Kitap Çetelesi #5 : Nikos Kazancakis Kitapları

Selamlar!

Blogumuzda pek çok konuda yazdığımız yazı dizileri var, biliyorsunuz. ''Kitap Çetelesi'' serisi de onlardan biri, hatta benim en sevdiklerimden biri. Neden bunca zaman boynu bükük bırakmışız bilemiyorum. Aslında kendimce sebeplerim var, yılda bir kere topluca yazmak daha mantıklı gelmişti. Diğer yandan kitapsever insanlara ulaşıp ulaşmadığımızı bilmiyorum, ulaşsak bile bakalım zevklerimiz ne denli uyuşuyor? Son olarak, ve aslında beni en çok korkutan temel düşünce, ben kimim de yazarlar ya da kitaplar hakkında konuşayım? Sıradan bir okurum sadece, öyle edebi değerlendirmeler ya da derin analizler yapabilecek donanımda değilim. Ama yine de, en sevdiğim yazarlar hakkında birkaç samimi cümle sarf etmekte bir beis görmedim.

Rotamız komşi, yani Yunanistan, yazarımız Nikos Kazancakis. Kendisi hakkında vikipedi ya da diğer kaynaklardan ulaşabileceğiniz bilgilerin yanında, kendi süzgecimden geçirdiğim ve hislerimi kattığım bir yazı okuyacaksınız.

Nikos Kazancakis Osmanlı İmparatorluğunda doğmuş, kitaplarında bunun izlerine sıkça rastlıyorsunuz. İlk olarak Zorba'yı okudum ben, 2020 yılında. Zaten kendisi de şu anki ününe, 1964 yılında gösterime girmiş -kitaptan uyarlama- Zorba filmi ile kavuşmuş. ''Ne Zorba'ymış arkadaş!'' diyebilirsiniz. Bunu sadece kitabı okumamış olmanıza verebilirim :) Tıpkı kitapta geçtiği gibi özgün biri kendisi.

''Anladım ki Zorba, bunca zamandır arayıp da bulamadığım adamdır; canlı bir yürek, sıcak bir hançere ve daha Toprak Ana'sından göbeği kesilmemiş, hilesiz, kocaman bir ruh!''

Hayatımda hiç böyle birini tanımadım, ve muhtemelen tanıyamayacağım da, eğer Kazancakis yazmasaydı.

Kazancakis bence, insan olmayı en güzel işleyen yazarlardan birisi. Tüm kusurlarımızla, ve hatta kusurlarımıza rağmen ; inişlerimiz ve çıkışlarımızla. Etten kemikten bir fani olduğumuzu hissettiriyor, ama bazen de ölümsüzlük iksiri gibi cümleler kuruyor. Sanki onu bir kez okuyan, zamanın ve mekanın ötesine geçebilecekmiş gibi hissediyorum. Aforoz edilmek üzere kilise karşısına çıkarılışı da bu yüzden. İsa'yı bile, bir insan olarak ele alışından. Darren Middleton şöyle teorize etmiş Kazancakis'in bakış açısını : ''Hristiyan yazarların büyük bir çoğunluğu Tanrı'nın değişmezliğine, İsa'nın tanrılığına, ancak Tanrı'nın lütfuyla kurtuluşa ereceğimize odaklanırken ; Kazancakis ilahi değişmezliği, İsa'nın faniliği ve Tanrı'nın bizlerin çabaları ile kendi kurtuluşuna erişini vurgular'' şeklinde, geleneksel Hristiyan Ortodoks inancı ile ters olan yorumuna ışık tutarak özetler. Yani aslında Kazancakis'in, Tanrı'dan bile üstün tuttuğu bir 'ilahi' kavramı var. Tanrı ile bile empati kurmamızı sağlayışı bu yüzden, bir noktada Tanrı'yı da bizler gibi fanileştiriyor. Ve Kazancakis de kendini aforoz etmek isteyen kurula şöyle seslenir : ''Sizler beni lanetlediniz, Aziz papazlarımız, ben ise sizi kutsuyorum : Umarım vicdanlarınız benimki kadar temiz olur, ve umarım benim kadar ahlaklı ve dindarsınızdır.''

Neyse, Kazancakis'in çalkantılı kişisel ve düşünsel hayatından bahsetmeye kalkarsak kitaplardan konuşmaya fırsatımız kalmaz. Ben burada sadece kendi okuduklarıma değineceğim.

Zorba : Zorba bence bir çocuk kadar yalın, bir ayna kadar gerçekçi ve acımasız, bir filozof kadar derin bir karakter. O hem sağ hem sol omzumuzdaki melek. Bazen kulak tıkamak istediğimiz, bazen de yol göstericiliğine ihtiyaç duyduğumuz iç ses. Yenilgilerin ve zaferlerin, soru işaretlerinin ve cevapların, keşmekeşlerin ve sütlimanlığın, tereddütlerin ve kararlılığın bir bilançosu. Tüm zincirlerinden kurtulmuş özgür bir insan, yaşam kılavuzu.

Buraya kitaptan birkaç alıntı koyup geçeceğim. Umarım ki sizlere de okumak için ilham olur.

Günaha Son Çağrı : Öncelikle kitabın arka kapağından, bizzat Kazancakis'in dilinden bu kitabı neden yazdığına göz atalım isterim.

İsa'nın hayatının her ânı, bir çatışmadır, bir zaferdir. Basit insan zevklerinin yenilmez, büyüleyici niteliğine üstün gelmiştir; ayartılışlara karşı direnmiştir; bedenini sürekli olarak ruhsallaştırmış, sonunda göğe yükselmiştir. Golgota Tepesi'ne varmış ve Çarmıh'a çıkmıştır. (...) Bu kitap bir hayal hikâyesi değildir; mücadele eden herkesin itirafıdır. Yayımlamakla ödevimi yerine getirdim; hayatta çok acı çekmiş, büyük umutları olan birinin ödevini. Sevgiyle bu kitabı okuyacak her özgür insan, eskisinden daha çok, eskisinden çok daha iyi bir şekilde İsa'yı sevecektir.

Konumuz Hazreti İsa ve onun hayatı, ama Hristiyan anlatılarındaki gibi şeyler beklemeyin sakın. Yazar Nikos Kazancakis olunca biliyoruz ki bir sis gibi etrafı kaplayan kutsallık; gerçeklerin eliyle dağıtılacak ve karşımıza etten kemikten, en yalın haliyle bir İsa konulacak. Kitap kısaca doğumunun öncesine de değiniyor, çocukluk dönemi de olaysız geçiyor. İsa'nın ''Nasıra'lı İsa'' olarak bilindiği gençlik yılları da bir nebze sıkıcıydı denebilir. Sıradan bir marangozluktan, çölde Tanrı'yla konuşmaya; tebliğden çarmıha uzanan sürede İsa'nın bir insan olarak yaşadığı zorluklara, tereddütlere ve acılara şahit oluyoruz. Her insan gibi yapamayacağını, gücünün yetmeyeceğini düşünerek inkar ediyor sorumluluklarını. Bir noktada kaçamayacağını anlıyor, şöyle yazmış Kazancakis : ''Borcuydu bu; daha da korkuncu, şimdi fark ettiği gibi, buna gücünün yeterli olmasıydı. Yapamam, deyip kaçmak imkansızdı artık. Yapabilecek durumdaydı, dünya kurtulmazsa, bütün günahın onun üstüne düşmesi gerekecekti.'' Yola çıktığında artık dönüşü olmadığının farkında, ama yine imkan olsa kurtulmak istiyor yükünden. ''Bana içmem için verdiğin tas çok acı, çok. Dayanamıyorum. İmkanı varsa, ne olur dudaklarımdan al onu.'' İnkardan sonra kabulleniş geliyor malum, İsa da yazgısını anlayıp kabullendiğini şurada belli ediyor ; ''İnsanlığa gülüyorum. Nasıralı İsa,'' dedi alçak bir sesle kadınlar duymasın diye. ''Her an için ne büyük, ne dehşetli anlar yaşamanız gerekiyor! Sağınızda sarp uçurum, solunuzda sarp uçurum, arkanızda sarp uçurum. Hiçbir geçit yok, ancak önünüzde uçurumun üstüne gerilmiş, ipince bir ip!'' Şöyle de sitem ediyor havarilerine, aslında bu da hala geçerliliğini koruyan bir cümle bana göre. ''Her biriniz kendi acınızı, çıkarınızı ve isteklerinizi kutsal sözlere ekliyorsunuz; sözlerim kayboluyor, ruhum da yok oluyor. Buna dayanamam artık.''

Başlarda belki biraz sıkılırsınız, ama bana göre kesinlikle okunması gereken kitaplarından. Kendi alıntılarımı sizler için filtreledim, şuradan ulaşabilirsiniz.

İspanya, Yaşasın Ölüm!: ''1920’lerin sonunda Eleftheros Logos gazetesinin dış haber muhabiri olarak gittiği İspanya’da Nikos Kazancakis yıkılmış bir imparatorluğun kalıntılarında yaşayan küçük insanları, gezgin şövalyelerin at sürdüğü günlerden beri değişmemiş uçsuz bucaksız bir taşrayı, İspanya’dan yolu geçen tüm kültürlerin bıraktığı rengârenk mirası bulmuştu. O günlerde İspanya, “karanlık ve korkunç” bir yüzyıla izini bırakacak varoluş krizinin tam ortasındaydı. İçsavaş felaketinden önce, bulutların toplanmasını olacakları bilmeden izleyen Kazancakis, savaş sırasında tekrar İspanya’ya dönmüş ve ülkeyi saran vahşete, Madrid’in düşüşüne bizzat tanıklık etmişti. İspanya, Yaşasın Ölüm, Kazancakis’in deyimiyle bir yüzü mahzun ve hayalperest Don Quijote, bir yüzü pragmatist ve şen Sancho Panza olan bu esrarengiz ülkenin özünü tüm tezatlarıyla, şiddetiyle, güzelliğiyle ve onuruyla anlatan bir yapıt.'' Kitap hakkındaki bilgi kutucuğu bu şekilde. Gezi yazısı ve hatırat diyebiliriz bu kitaba da, yine Kazancakis farkıyla tabi. Trajedilerden çok güzel tespitler çıkarıyor bence, çünkü insanın en ilkel en yalın haline döndüğü zamanlar bunlar. Zaten çok hümanist bir insan yazarımız, şöyle diyor kitapta ''İspanya'nın (ve onunla beraber bütün insanlığın) geçmekte olduğu kritik anda, kendimi savaşın her iki tarafının da kılıç darbelerine maruz kaldığım bir noktada buldum. Çetin ve acı bir iç mücadeleden sonra, bu yeri hür irademle seçtim''

Kazancakis bedenen olayların tam içinde, ama ruhen her şeyin dışında sanki ; yerde sadece kendisi gökte sadece Tanrı var. Anlam veremiyor yaşananlara, ve koca dünyada yapayalnız hissediyor. ''Yüreğimi açacak olsalar, taş bir yolu umutsuz halde tırmanan bir tek adam bulurlar.'' son olarak kitaptan en sevdiğim alıntıyı bırakarak noktalayacağım.

''Armağan ümidine ve ceza korkusuna dayanan ahlak, insana da, Tanrı'ya da layık değildir; ahlaksızlıktır!''

El Greco'ya Mektuplar : Bir önceki kitabı okuduysanız, El Greco ismi yabancı gelmeyecektir. Bu kitap, Kazancakis'in ruhsal otobiyografisi olarak biliniyor. ''Kazancakis, kendisi gibi Giritli olan ünlü Rönesans ressamı El Greco'ya mektuplar biçiminde kaleme aldığı kitabında, yaşamı boyunca izini sürdüğü düşünsel, ruhsal ve ahlaksal yolculuğu anlatır. Gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği bu kitap, insan varoluşunun anlamını ve anlamsızlığını sorgular.'' diyor kitabın bilgi kutucuğu. Bu kitabı okuyunca anlıyoruz ki her insan bir İsa. Herkes sırtında çarmıhıyla geliyor bu dünyaya, ve ölene kadar taşıyor onu sırtında. Benim çok sevdiğim, pek çok alıntı yaptığım, kendime de çokça pay çıkardığım bir kitap oldu.

''Bilmeseydin vay haline, budala olurdun. Bilip de unutmasaydın vay haline, soğuk ve duygusuz olurdun; oysa şimdi gerçek insansın: Sıcak, saçmalıklarla dolu, ölünceye kadar umutlar ve hayal kırıklıklarından ibaret bir yumak.'' bu alıntı, Yazarın insana bakışının net özeti zaten. Birbirinden güzel alıntılar bıraktım, okuyabilirsiniz.

Yeniden Çarmıha Gerilen İsa : Bu kitabı ''Günaha Son Çağrı''dan sonra okuduğum için olay akışı açısından beni zorlamadı. Hristiyan mitolojisine dair bir şey bilmiyorsanız da okunabilir ancak taşlar tam anlamıyla yerine oturmayabilir kafanızda. Bu kitapta da, İsa'nın yeniden doğuşunu kutlamak için yapılacak bir törende canlandırılmak üzere bir tiyatro oyunu sergilenmesi planlanıyor. Ancak başlarda role girmeden önce oyuncularının kendilerine çeki düzen vermesi gerekliliği her birinin kişisel aydınlanmalarına, sonunda ise köyde bir iç çatışmaya dönüşüyor. Kitapta beni rahatsız eden, ancak çokça gerçekçi pek çok şey vardı. Kazancakis'in hayatının Marksizm'le kesiştiği döneme denk gelişinden olsa gerek, komünizmle gerçek hristiyanlığın bağdaştırıldığını da görüyoruz. Ayrıca temelinde zengin-fakir & soylu-reaya ayrımı oluşu da bunu destekler nitelikte. Her devrin adamı din tüccarları yine bildiğimiz gibi, din şemsiyesi altına giren olayların dokunulmazlık kazanması yüzünden her şeyi kabul eden halk da bildiğimiz gibi. Tam anlamıyla çürümüş bir toplumun portresi niteliğindeydi kitap. Dünyanın adaletsizliğine, Tanrı'nın çalışma şekline bolca isyan da vardı.

Yine çokça alıntım var, buyrun.

Allah'ın Garibi : Yazarın, beni okurken en zorlayan kitabı. Aslında hayatımda okuduğum en zorlayıcı kitaplardan biriydi. Sırf kendisine olan hürmetim ve hukukumuzdan ötürü yarım bırakamadım kitabı, ama okurken ömrümden ömür gitti. Bu kitabı yazdığı dönem, sanırım Kazancakis'in en dindar olduğu dönemlere denk geliyor. Bir Hristiyan azizi olan Francis'in hayatını, kendi kaleminden aktarmış. Başlarda fena değildi, sonuçta hayatını 180 derece değiştirmeye adamış birinin tereddütleri ve aşırılıkları kaçınılmazdı. Ama Francis'in delilikleri, Tanrı'ya yaklaştıkça arttı. Sadece kendi hayatını değil, herkesin hayatını zehir etmeye odaklandı sanki. Evet koyu bir hristiyan olsam etkilenirdim sanırım. Ama gelin görün ki tüm dinlere uzağım :D Haliyle bu tür aşırılıklar beni okurken inanılmaz rahatsız etti. Ölse de kurtulsam diye bekledim, her sayfa çevirişimde içimdeki tek ümit kırıntısı buydu. Ölmüyor da kefere! Kısacası, büyük bir Kazancakis hayranı ya da koyu bir hristiyan değilseniz aklınızdan bile geçirmeyin, yok efendim çelik gibi sinirlere sahip olma dalında dünya rekortmeni falansanız okuyabilirsiniz tabi ki. Ben elendim arkadaşlar. Yine de kitaptan şuraya birkaç güzel şey iliştireyim ki siz okumak zorunda kalmayın :D

Yokuş : Yazar'ın ölümünden sonra bulunup, izin alınarak yayınlanan son kitabı. Çok daha olgun ve dingin bir Kazancakis görüyoruz bu kitapta. Ununu elemiş, eleğini asmış ; gençliğin deli kanı damarlarında eskisi gibi coşkuyla akmıyor belli. Diğer kitaplarındaki keskin dişleri dökülmüş adeta, savaşı bitmiş çünkü. Okumaya bu kitabı ile başlamayın, ya da benim gibi en sevdiğiniz yazarlardan biri değilse pas geçebilirsiniz kitabı.

Geriye okumadığım birkaç kitabı kalıyor, bulduğum kitaplarını okumaya devam edeceğim. Okursam da güncellerim bu yazıyı.

''Ölmez ruhumun yaratıcısı, acının keskisiyle kendi kendimin heykeltıraşıyım; yalnız; tanrısız - ben buyum işte.'' şu sözleri ile onun özgür ve bağımsız ruhunu daha iyi anlayabiliriz bence. Mezar taşında da son bir mesaj veriyor bizlere, huzur içinde uyusun.
Δεν ελπίζω τίποτα. Δε φοβούμαι τίποτα. Είμαι λέφτερος.

I hope for nothing. I fear nothing. I am free.

Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?