Seyir Defteri #134 : Dahmer Monster: The Jeffrey Dahmer Story

Selamlar! Son dönemin gözde kişilerinin birinden bahsetmek istiyorum. Bir şarkıcı, bir oyuncu ya da bir ünlü değil bu kişi; bilakis, bir seri katil: Jeffrey Dahmer.
Geçtiğimiz Eylül ayında çıkan dizi oldukça popüler oldu, bol miktarda ödül aldı, oyuncuları zaten ödüllü ve ünlü olsalar da, şöhretlerine şöhret kattılar. Popüler olduğu zamanda izlemek istemedim (evet ben de böyleyim), üzerindeki hava bi geçsin, milletin dilinden düşsün o zaman izlerim dedim. Sükseli, fiyakalı yapımlara kapılmayı sevmem. Bizim işimiz sanat.
Öncelikle mevzuya konu olan Jeffrey Lionel Dahmer'dan (21 Mayıs 1960-28 Kasım 1994) bahsedelim. Alman asıllı bir Amerikalı kendisi. Memleketi Milwaukee'nin adıyla Milwaukee Canavarı diye isim takılmış yaptıkları ortaya çıkınca. Çoğu siyahi olmak üzere toplamda 17 kişiyi vahşice katletmekten suçlu bulunmuş. Bir de bu adam oldukça eli yüzü düzgün biri. Tabir-i caizse taş gibi. Sabıka kaydı ve hapishanede çekilen resimlerini görünce fiziki güzelliğine bakmaktan alamıyor insan kendini. Manken falan olsa o güzellikle gayet mümkünmüş bu; ama adamın kafası bozuk. Bunca şeye rağmen yakalanmamasını beyaz ırktan olmasına ve Amerikan polisinin aymazlığına bağladım ben.
Seri katiller hakkında geçmişte birçok okuma yapmıştım. Fikret Topallı'nın yazdığı Seri Katiller (2006 ve 2007) adlı eserin iki cildini de çıktığı yıllarda sınıf arkadaşımdan ödünç alarak güncel biçimde okumştum ve diyebilirim ki ünlü katiller hakkındaki çoğu bilgimi ve tanıdıklığımı bu esere borçluyum. Tabi birçok yabancı blogu da elden geçirmişimdir. Eh, kötücül bir merak...
Diziye gelecek olursam, başrolünde Evan Peters var. Kendisini yalnızca ismen tanırdım, ''American Horror Story'de oynayan çocuk'' diye. Canlandırdığı kişiye benzediğinden ve dizi bu kadar tutulunca bir bakayım dedim ve Evan Peters bana ucube gibi gözüktü :( Hay Allah dedim ve izleyince Jeffrey Dahmer'a kısmen benzediğini fark ettim. Bir de öncesinde Kate Winslet ile Mare Of Easttown'da oynamış, arşivimde var onu da izleme niyetindeyim. Blogumuzda John William Cooper'dan bahseden The Pembrokeshire Murders, Dennis Andrew Nilsen'den bahseden Des ve Fransız yapımı La Mante dizilerini de önermiştik.
Dizinin kadrosunda Evan Peters dışında yılların kıdemli oyuncusu Richard Jenkins, Molly Ringwald ve Niecy Nash var. Tek sezonluk dizimiz toplamda 10 bölümden oluşuyor, bölümler 50 ila 60 dakika sürüyor. Açılış bölümü oldukça güzel ve çarpıcı, Netflix bunu iyi yapıyor. 'Güzel bir ilk bölüp yapınca gerisi nasılsa izlenir' diye mi düşünüyorlar artık neyse. Ayrıca eşcinsellik de var ki Netflikş bunu asla ıskalamaz. Jeffrey kardeşimiz erkeklerden hoşlanan biri; Netfilizz bunu nasıl görmesin mümkünü yok yahu. Keyifbozanlar gelsin.
Jeffrey Dahmer 1991 yılında Milwaukee'de ufak 1+1 diyebileceğimiz tarzda apartmanda yaşıyor. Genellikle siyahilerin yaşadığı bir muhitte sağlam bir bina burası ve Jeffrey Dahmer (Evan Peters) yalnızca apartmanın değil mahallenin de tek beyaz kişisi. Güvenlik kaygısıyla beyazların asla yaklaşmadığı bu yerde kendi isteğiyle ikamet ediyor Jeffrey kardeşimiz.
Akşamları sık sık dışarıya çıkan Dahmer genellikle sarhoş, hiç ayık gezmemiş bile diyebiliriz. İlk bölümde takıldığı mekanlardan biriyle çıkıyor ve kurban da o kişi oluyor. Türlü bahanelerle evine getirdiği Tracy Edwards'ı burada önce içkisine ilaç katıp bayıltmaya teşebbüs ediyor, yöntemi bu genelde. Sonra biraz videokasetten film izliyorlar, Jeffrey'nin en sevdiği filmmiş bu; meşhur Exorcist. Bu esnada Edwards kendinde. Odanın köşesinde duran devasa varili görünce başına gelecekleri anlıyor ve ikili arasında bir kavga kopuyor. Edwards canı için mücadele ediyor ve Dahmer'ın fena halde sarhoş olmasından yararlanıp kendini evden dışarı atmayı başarıyor. Dediğim gibi dizi ilk çıktığında büyük yankı uyandırdığından olayın gerçek görüntüleri, mahkeme kayıtları, sorgulamalar gibi ne var ne yok ortaya döküldü. Bunlar arasında kurban olmaktan son anda kurtulan Tracy Edwards'ın mahkemedeki tanıklığının videosunu da dilimize çevirmişler. İzlerken adamın içine yerleşen korkuyu yüzünden okuyabilirsiniz.
Yolda polislere rastlayan Tracy Edwards onlarla birlikte Dahmer'ın dairesine dönüyor. Kendileri de beyaz olan polisler siyahi birinin bir beyazdan şikayetçi olmasına anlam veremiyor. Ama komşular ortalığı ayaklandırınca eve girip arama yapıyorlar ve buzdolabında insan kalıntıları ve yatak odasında da asitle eritilmiş bedenler buluyorlar. Bu çarpıcı ilk bölümden sonra olaylar zamandizimsel biçimde anlatılıyor.
Jeffrey Dahmer Milwaukee, Wisconsin doğumlu. Babası Lionel Herbert Dahmer kimyager (ayrıca biyolog gibi), annesi Joyce Anette Dahmer, bir de kardeşi var David Dahmer. Annesi henüz gebeyken fazlasıyla ilaç kullanmış ve belki de bu ilaçlar anne karnındaki çocuğun gelişimini olumsuz etkilemiş -Dahmer'ı güzellemeye çalışmıyorum- çocukken de iki ebeveyninden yeterince ilgi görmemiş çünkü baba işkolik biçimde çalışıyorken anne de ufolar ve uzaylı saçmalıklarına kafayı takmış. Bir de kardeşi olunca iyice yalnız kalmış ve böylesi bir ortamda bir başına büyümüş. İlkokul yıllarında biraz büyümüş olmasının da etkisiyle babası onunla ilgileniyor. Lionel Dahmer akıllı biri ve bilgi birikimini oğluna da aktarmak istiyor. Birlikte ölü hayvanlara otopsi yapıyorlar. Babası onu bilim yönünde teşvik etmek istiyor belli ki, ancak çocuk neye dönüşüyor...
Okul yıllarında da yalnız bir hayat sürüyoe Dahmer. Pek arkadaşı yok gibi ama bunun bir sebebi var; Jeffrey fena halde alkolik. 14 yaşından beri alkol kullanıyor, 34 yaşında ölene kadar da düzenli olarak içmeye devam etmiş. Babası evden ayrılıp yeni biriyle nişanlanıyor. Kafası pek de iyi olmayan annesi de evi terkedince lise son sınıfa doğru evde yalnız yaşamaya başlıyor. Yalnız yaşadığı bu süreçte ilk cinayetini işliyor; otostopçu Steven Mark Hicks.
Baba Lionel Dahmer daha sonra yeni eşi Shari ile eve dönüyor ve Jeffrey'nin alkol kullandığını keşfediyor. Güç bela liseyi bitirmeyi başaran Dahmer'ı babası üniversiteye gönderiyor ama alkol yüzünden derslere devam edemiyor. Sıfır sorumluluk sahibi oğlunun üniversite eğitime devam edemeyeceğine fena halde öfkelenen babası tehditkar bir şekilde orduya katılmak üzere yolluyor. Jeffrey orduya yazılınca bir rahatlama geliyor ailenin üzerine.
Amerika'da sanırım ordu genç beyazların eğitim(!) ve terbiyesinden(!) sorumlu. Çocuklarıyla baş edemeyen ebeveynler onları adam olmaları için buraya yolluyorlar. Amerikan gençleri küçük ve salak (ya da büyük ve salak) ordularından bir şeyler öğrenme imkanına sahip neyse ki. Jeffrey de sıhhıyeci olmak üzere eğitim alıyor. Bu sırada genç askerler arasında tuhaf biçimde bayılanlar, hastalananlar ve hiçbir sebep yokken kendinden geçenler olsa da yetkililer pek umursamıyor; Dahmer eğitim sürecini başarıyla tamamlıyor. Hatta Jeffrey görev yeri Almanya'ya giderken baba Lionel Dahmer oğluna Almanya'daki akrabalarını da bulup ziyaret etmesini söylüyor. Ancak alkol yüzünden Jeffrey'nin ordu hayatı da kısa sürüyor. Almanya dönüşü soğuktan bıkan Dahmer, Florida'ya yerleşip büyükannesi Catherine Dahmer ile yaşamaya başlıyor.
Elinden bir bardak su içilmeyecek Jeffrey kardeşimiz bir ara çikolata fabrikasında çalışıyor. Büyükannesi Jeffrey'e bir takım yaşam tavsiyeleri falan veriyor, kiliseye gelmesini öğütlüyor. Ancak Jeffrey yeni yerlere ve yeni kişilere takılıyor hatta bu kişileri bababanne evine getiriyor. Evi terk etmeyi başaranlar da oluyor. Başaramayanlar evin bodrum katında Jeffrey'nin tıbbi(!) çalışmaları için malzeme oluyor.
Saldırı suçlamasıyla kısa bir süre hapis yatan Dahmer, büyükannesinin evinden ayrılıyor ve son durağı olarak da adlandırabileceğimiz ünlü Oxford Apartmanı'na taşınıyor. Bu yeni evi başta da belirttiğim gibi siyahilerin yoğun olduğu bir mahalle ancak oldukça ucuz. İşyerine yakın olması sebebiyle tüm giderler dahil yalnızca 300 dolara ev bulunca, işkolik(!) olmasından mütevellit buraya yerleşen Dahmer'ın kendisi gibi sevimli akça pakça bir komşusu oluyor; Glenda Cleveland. Zaten Jeffrey Dahmer tam bir komşusever.
Oxford Apartmanı'nda iki yıldan az bir süre yaşamasına rağmen burada çok daha fazla cinayet işliyor Dahmer. Bildiğin ipin ucunu salıyor adam. Neredeyse birkaç güne bir evine birini getiriyor ve evine gelen çıkmıyor. O kadar umursamaz ve o kadar otomatiğe bağlamış ki kurbanlarını hatırlamıyor bile. Bu yüzden dizi, Dahmer'ın kurbanlarını daha görülür hale getirmek amacıyla duygusal ayrıntılara yer vererek iyi etmiş. Zaten bu alkoliklik ve dağınıklıkla nasıl bunca zaman yakanmamış cidden hayret doğrusu.
Evinden sürekli berbat kokular gelen komşusu Dahmer'ı göz hapsine alan Glenda Cleveland, onu birkaç kez telefonla polise ihbar ediyor evden garip sesler geldiği gerekçesiyle. Kötü kokuları 'ailem memleketten et yolladı' diyerek savuşturan Jeff (evet aynen böyle diyor) korkutucu seslere bir açıklama yapamıyor tabii. Öyle ki 'Glenda vs Jeffrey' durumu oluşuyor neredeyse. Glenda da nankör canım. Kaç kişinin böyle sanat fotoğrafçısı tanıdığı var ki?
Glenda Cleveland'ın bir şeylerden şüphelendiğini anlayınca aslında sıradan ve normal bir komşu olduğu izlenimini güçlendirmek için ev yapımı(!) ve el yapımı(!) sandviçler ikram ediyor komşusuna. Böyle de eli bol, gönlü bol, ikramlı bir kardeşimiz Jeffrey. İdeal komşu.
Evinde cesetler bulunduktan sonra itirafları dinleniyor ve mahkeme süreci başlıyor. Yakalanınca rahatlıyor sanki. Hayatında ayık olduğu ender zamanlardan...
Son iki bölümün neredeye tamamı komşu Glenda Cleveland'a ayrılmış. Yani Jeffrey ve şarışınlığı, döktüğü kanlar, aldığı canlar, sepya tonları derken bu mide döndüren durumlar ona hak vermekten çok canınızı sıkıyor. Mahkemede kurban yakınları yaşadıklarını anlatıyor. Jeffrey'nin ailesi de mahkemeye katılıyor. Babası Lionel Dahmer derinden üzgün ve kendini suçluyor. Siyahi bir kadın çok öfkeli biçimde bağırıp çağırıyor. Eline geçirse oracıkta canına okuyabilir Dahmer'ın. Ama o son derece sakin...
Hapse atılan Dahmer burada türlü hayranlar ediniyor, hücresine mektuplar yağıyor. Kahir ekseriyetini pek sevdiği siyahların oluşturduğu hapishanede yaramazlıklarına(!) devam ediyor Jeffrey Dahmer.
Lionel Dahmer müebbete mahkum edildiği halde oğlunu ziyarete geliyor. Adam oğlundan kat kat daha üzgün. 'Senin sonsuza kadar hapiste kalman kimsenin işine yaramayacak' gibisinden şuursuzca konuşuyor. Neyse zaten berbat bir evladı var bir de ben yüklenmeyeyim adama. Lakin bir de siyahların açısından bakın işe isterseniz?
Hayranlarından arta kalan zamanlarda tek başına bahçeye çıkarılıyor (gözetim eşliğinde) ve bir ara da vaftiz oluyor. Dizinin son bölümünde başka katilleri anlatmaya devam edeceklerinin işaretini veriyor dizi ve John Wayne Gacy ile Dennis Rader'a göndermede bulunuyor (ne yazık ki ikisini de hemen tanıdım izlerken) ve Jeffrey Dahmer'ın ölümü siyahi mahkum Christopher Scarver'ın elinden oluyor. Spor salonunda gardiyanların olmadığı bir anda elindeki ağırlıkları Jeffrey Dahmer ve Jesse Anderson'un başına indiren Scarver onları ağır yaralıyor. Hastaneye götürülürken hayatta olan Dahmer yaklaşık bir saat sonra ölüyor. Diğer mahkum Jesse Anderson da iki gün sonra ölüyor, dünyadan iki pislik eksiliyor...
Başrol Evan Peters en iyi erkek oyuncu dalında Emmy Ödülü'nü kazandı. Dahmer Monster:The Jeffrey Dahmer Story yılın ve Netflix'in çok izlenen yapımı oldu. Dizi sarı-sepya tonlarındaydı tıpkı Jeffrey'nin kafası gibi. Çiçek sarı Jeffreyciğim sen çiçekten de sarısan be. Böğğğ.
Oldukça yağışlı bir Ankara günüydü bugün. Yoğun yağmurun ve kapalı havanın olduğu böylesi bir günde bir de ben Jeffrey Dahmer ile içinizi bunalttım sanırım. İzlemenizi öneririm. Bir sonraki yazıda görüşürüz. Esen kalın!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?