Seyir Defteri #168 : The Pale Blue Eye

Selamlar! İyice soğuyan havalara uygun bir Christian Bale filmi bu ayın ilk önerisi.
Kar yağışına hasret kaldık sanki son yıllarda. Ocak ya da Şubat olmadan gerçek anlamda kar görmek mümkün değil sanki. Halbuki bu havalarda, böylesi soğuk akşamlarda özellikle de sıcak bir yerdeyseniz karlı kışlı filmler izlemek pek keyifli oluyor doğrusu.
Bugün önereceğim The Pale Blue Eye filmi tam da 2022 yılı Kasım ayında çıkmıştı, güzel tesadüf oldu bugüne. Amerikalı yazar Louis Bayard'ın 2006'da yazdığı aynı adlı kitaptan uyarlanan yapım bir Netflix filmi. Evet yapımcı şirketin adını duyunca aklımıza türlü olumsuzluklar gelse de hemen belirtelim ki The Pale Blue Eye filmi bu durumlardan oldukça uzak ve Netflix'in eli yüzü düzgün yapımlarından ve izlemeye değer bir iş olmuş.
Daha önce birkaç filmini izlediğim Scott Cooper'ın gayet güzel yönettiği filmin başrolünde Christian Bale var, dolayısıyla izlememek olmazdı :) Ancak kadro şahane isimlerle bezeli; Harry Melling, Gillian Anderson, Toby Jones, Charlotte Gainsbourg, Lucy Boynton, Harry Lawtey, Simon McBurney, Timothy Spall ve Robert Duvall. Amerika'da geçen bir Amerikan filmi bu ama görüldüğü üzere kadro çoğunlukla İngiliz oyunculardan oluşmuş. Süresi de uzun ve doyurucu ; 130 dakikalık bir seyir sizi bekliyor diyelim ve keyifbozanlara gelelim.
Amerika'nın daha yeni bir devlet olduğu günlere (kurulalı daha 55 yıl falan olmuş) uzanıyoruz. Ülke üzerinde Fransız etkisi bariz ve bu dönemde Amerika şimdiki gibi değil, daha ziyade bir Avrupa ülkesi gibi; insanların yaşayışlarında seziliyor bu. ABD kıyıdaki birkaç eyaletten müteşekkil bir ülke olsaydı daha az emperyalist olurdu belki ama o zaman da benim pek bir sevdiğim 'Western'ler olmazdı.
1830 yılındayız. Oldukça karlı, soğuk ve bir o kadar da sakin bir New York'ta ünlü West Point Askeri Akademisi'ne konuk oluyoruz. Bir gece harbiyeli bir öğrencinin cansız bedeni ipte sallanır halde bahçede bulunur.
Ertesi sabah daha da korkunç olaylar aydınlığa çıkar. Çünkü yalnızca bir cinayet yoktur ortada, ölünün kalbini sökülerek çıkarılmıştır. Böylelikle West Point gibi ziyadesiyle güvenli olması gereken bir yer kana bulanmıştır.
Olay hakkında araştırma yapması için, o dönemlerde New York'ta bulunan ünlü dedektif Augustus Landor (Christian Bale) çağrılır. Landor'un olayı gizlice araştırması gerekir çünkü böylesi bir skandal bu ünlü okula fazlasıyla zarar verebilecek seviyededir. Ancak August Landor'a hiç ummadığı birinden yardım gelir; genç askeri öğrenci Edgar Allen Poe (Harry Melling). Yanlış duymadınız evet, bildiğimiz ünlü şair Edgar Allen Poe.
Genç yaşta verem yüzünden ölen Edgar Allan Poe bu filmde gerçeğine oldukça benzeyen bir oyuncu tarafından canlandırılmakla kalmamış, ilgi çekici biçide de tasvir edilmiş. Kardeşimle izlerken şöyle bir de isim taktık hemen 'ucube'; sonra da kısalttık 'ucubik' diye. Ama asla kötü anlamda değil gıcık bir sevimlilik olsun diye, işinin hakkını vererek oynamış Harry Melling. Şöyle bir 'şeyi' gece vakti ıssızda görseniz korkmaz mısınız?
Romantik, elinden şiir düşmeyen, şarapsever, arkadaşlarınca dışlanmış ve sonsuz bir melankoliye tutulmuş meraklı, hüzünlü ve genç Edgar kısa dizeleriyle August Landor'a yardımcı olacaktır. Harry Melling o kadar tatlıydı ve kendini izletiyordu ki yıllar önce televizyonda Morg Sokağı Cinayetleri'ni (1841'de yazdığı The Murders in the Rue Morgue) izleyip uyuz olmuşluğumu da unutuverdim.
Bu dönemde Amerika'nın Avrupavari olduğunu söylemiştik. Bu yörede Fransız kökenli aileler de yaşamaktadır. Aralarında en meşhur olanı haklarında ilginç söylentiler bulunan Marquis ailesidir.
Konusever bir aile olan Marquisler akşamları evlerinde yemekli toplantılar düzenlemekte, bu etkinliklerde müzikler icra edilip şiirler okunmaktadır. Tabi bu August Landor'a da şüphelendiği aileyi inceleme fırsatı verecektir.
Acemi şairimiz Edgar Allen Poe'nun gönlünü kaptırdığı Marquis ailesinin güzel kızı Lea Marquis (Lucy Boynton) tuhaf bayılma nöbetleri geçirmektedir. Bir kez de yakından şahitlik eder bu duruma Edgar, Lea'ya şiirler okuduğu bu güzel yerde. Ben burayı Darcy ile Elizabeth'in kilise çıkışı geldikleri yere benzettim :)
Babası Doktor Daniel Marquis (Toby Jones) ve ekranda göründüğü her an rol çalan anne Julia Marquis (Gillian Anderson) onun hastalığına türlü şifalar aramakta, ağabey Artemus Marquis (Harry Lawtey) ise kardeşinin üzerine titremekte, Edgar'ın Lea'yı seviyor olmasından ise zerre hoşlanmamaktadır.
Olayların akışına yardımcı olamak isteyen kişilerden biri de geniş bir kütüphanesi olan Jean Pepe'dir (Robert Duvall). Yılların kıdemli Western yıldızı Robert Duvall'i burada görmek güzeldi.
August Landor cinayeti çözmek için uğraşırken, bulunan ilk bedene otopsi yapılmış ama pek bir şey elde edilememiştir. Ancak yine bu sırada yeni bir ceset daha bulunduğu gibi, bir kişi daha kaybolmuştur. Herkes diken üzerindedir.
Melankolik şair-öğrencimiz Edgar, dedektifin adına iki kıtadan oluşan bir şiirle gelir. August Landor ve bu garip genç şair birbirlerine çözüm için yardımcı olacak ve birbirleri üzerinde unutulmaz bir etki yaratacaklardır.
İzleyip beğendiğimiz bir film oldu, kesinlikle öneririz. Bir sonraki yazıda görüşürüz!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?