Seyir Defteri #140 : As If I'm Not There

Merhaba! Aslında herkesin bildiği ama nedense görmezden geldiği bir olayın yıldönümü bugün. Bu güzel Temmuz günü yaklaşık otuz yıl önce bu kadar da güzel değildi. 8372 insan bir gün içinde öldü. Çok da uzakta değil, yanıbaşımızda Balkanlarda gerçekleşti. (Srebrenitsa-11 Temmuz 1995)
Madem öyle ben de bir günah çıkarayım; din saplantılı Ortadoğuda böyle bir olay gelse belki de bu durumu ben de umursamazdım. Bence Araplar bu dünyadaki en gereksiz insan(!) topluluğu olabilir. Bu dünyaya, insanlığa ve medeniyetin gelişimine en ufak bir katkılarının olmadığı, birbirlerini öldürmeyi alışkanlık haline getirdikleri herkesin malumu. Onları da onlarla alakalı en ufacık bir şeyi de günahım kadar sevmiyorum. Hele bir de şu sıralar güzel ülkemde de bu iğrenç topluluğun bireylerini ve güney Asya hattının atıklarını gördükçe öfkeden deliriyorum. Evet, milliyetçi bir insanım. Ancak Balkanlar söz konusu olunca, burayı yurt saydığım için, üzülmeden edemiyorum. Balkanlar benim nezdimde Türklük fikrinin doğduğu yerdir, fethedilerek alınmıştır (ecdad muhabbeti yapan tiplerden değilim, bu kitleden zerre hazzetmem), bizden geriye çok şey kalmıştır buralarda. Belirtmeliyim ki benim milliyetçilik anlayışım Atatürkçü anlayıştır, asla başka ülkelere ya da topraklara saldırganlık barındırmaz. İşte durumlar böyleyken Yugoslavya gibi bir ülke artık yok. Batılı güçler kendilerine hiçbir alanda rakip istemediklerinden bu ülkenin yok oluşuna sessiz kaldılar. Zaten onlara göre Slavlar barbar, Ortodoks ve ucuz insanlardır, harcanabilir. Hele bir de Müslüman Slav mı? Neyse, daha fazla sinirlenmeden filme geleyim.
Bugün önereceğim yapım aslında konuyla pek de alakası olmayan bir ülkeden İrlanda'dan geliyor. İrlandalı kadın yönetmen Juanita Wilson'un, Yugoslav kadın yazar Slavenka Drakulić'in kısa roman-uzun öykü diyebileceğimiz S.: A Novel About the Balkans adlı eserinden uyarlanmış.
Binlerce kişinin yaşadığı kaderi temsil eden bir dağ mezrası halkının deneyimleriyle gerçekler aktarılmiş. Çok yıllık bir savaş olgusunun Bosnalı versiyonu olan film festivallerde gösterildi. Savaş zamanındaki zulümlerin silinmez bir resmini yansıtan film ayrıca İrlanda'nın Oscar adayı da olmuştu.
Bu kitabı bulup okumak mümkün değil çünkü Türkçe çevirisi yok. Eser yalnızca özgün dilinde ve çeviri olarak bulunuyor ancak ben internetten İngilizce olarak (pdf biçiminde) bulup indirip okumuştum. Okuması kolay ve akıcıydı. Ülkenin uzak yerindeki bir işe başvuran Saraybosnalı Samira'nın (Natasa Petrović) öyküsü kitapla neredeyse birebir aynı anlatılmış. Süresi 110 dakika olan filmin Yugoslavca adı Kao da me Nema. Diğer oyuncular Fedja Stukan, Jelena Jovanova ve Stellan Skarsgard. Oyuncular kendi dillerinde konuşmuşlar ve bu gerçekçiliği artırmış. Başrol Natasa Petrović tabir-i caizse gözleriyle oynamış; yalnızca bakışlarıyla bize acıyı yansıtmayı başardığından filmde çok fazla konuşma geçmediğini söyleyebiliriz.
Samira (Natasa Petrović) ailesiyle Saraybosna'daki yaşamaktadır. Bir iş için evinden ayrılıp uzak bir dağ köyüne gidiyor. Yeni geldiği bu yeri seviyor ama kendisi şehirli sonuçta; dolayısıyla burayı biraz yavan bulduğunu anlıyoruz.
Fakat bu kasabada uzun süre kalması gerekmiyor. Aklına gelmeyecek şekilde hayatının değişeceğinden habersiz Samira. Daha burada birkaç gün geçirmişken köye silahlı birlikler gelir ve Samira dahil olmak üzere herkesi toplar.
Erkekler vurulduktan ve evler yakıldıktan sonra kadınlar otobüsle tarlaların ortasındaki bir uçak hangarına gönderilir. Burada bir toplama kampı vardır; 20. yüzyılda insan toplama kampı. Korkunç bir yaşam vardır burada, Samira da nasibini alır.
Samira kamptaki korkunç yaşamına alışmaya çalışırken kampın askeri yetkilisi (Fedja Stukan) tarafından sorgulanır. Sonsuz şiddet sarmalı içinde canını korumak için dahil olduğu ilişkiler, gerçek olup olmadığını bilmediği bir aşk...
Taraflar arasında görüşmeler sürerken tutuklulardan bazıları serbest bırakılır ve mülteci olarak başka ülkeye sığınabilme hakkı tanınır. Bu kişilerden birşi de Samira'dır. Otobüse binene dek buradan ayrılabileceğine inanamaz.
Hayatta kalanlar görkemli dağlardan, savaşın sürdüğü düz tarlalara doğru ilerlerken, kamera korkmuş ve güvensiz mahkumlar üzerinde yoğunlaşıyor. Balkanlar için neden 'Reklamsız İsviçre' deniliyor, anlıyoruz. Böylesine güzel bir coğrafya ama bu kadar da acı...
Kampı geride bırakmayı başaran Samira'nın nihai durağı İsveç olacaktır. Eskiden Avrupalı mülteci alan İsveç'in şu sıralarda ne hale geldiğini de bu vesileyle bir hatırlayın.
Sessiz filmmiş gibi bir intiba uyandırdım sanırım ama bence izlenmesi gereken bir film olmuş. Böylesi acıların bir daha yaşanmamasını umarak, bir sonraki yazıda görüşürüz diyorum. Esen kalın!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?