Seyir Defteri #13 : Objektif Sayılabilecek 3 Tarihi-Western Filmi

Merhabalar, gene ben :) Gelince gitmek bilmeyen bu kız, tam üç tane tarih-western tanımına uyacak güzel film önerisi yapmak için burada! Gene girdim bu tarih mevzularına ve çıkamıyorum :)
Sık sık artık iyi filmler yapılmadığından dert yanıyorum, biliyorsunuz. Günümüzde bir filmin izlenmesi için şişirme ünlüler, doğaüstü güçler ve seri halde peş peşe çekilmiş en az birkaç film lazım. Nerede doğallık, nerede güzel senaryolar, nerde muazzam yönetmenler ve oyuncular… Sürekli eski zamanları bilhassa da 90'lı yılları özlüyoruz madem, dedim ki üçleme olmadığı halde benim üçlediğim bu üç filmi neden izlemeyelim?
Artık yok olmanın eşiğine gelmiş Amerikan yerlilerine üzülmekten kendimi alamıyorum bir türlü. Küçücük bir azınlık kalmalarından geçtim, kendi tarihlerini anlatan filmlerde rol almaktan başka işleri olmuyor beyaz perde üzerinde. Vahşi olarak göstermekten bir türlü vazgeçmiyorlar onları. Lakin bu haksız yargıyı bozacak yapımlar da yok değil. Hollywood da bazen günah çıkarma ihtiyacı duyar...
Bahsedeceğim filmleri yapım yılına göre değil de olayların oluş sırasına göre izledim ben. Yani önce 1757 yılında 'Kırmızı Ceketliler' henüz Kuzey Amerika’da bulunurken geçen Son Mohikan, devamında 'Mavi Ceketliler'in batıya yayılmalarının henüz başlangıcı sayılabilecek 1863 yılından Kurtlarla Dans, son olarak da ünlü Kızılderili Şefi Geronimo'nun 1886'daki teslim olma sürecinden bahseden Geronimo: Bir Amerikan Efsanesi.

Ayrıca blogumuzu takip ediyorsanız zaten okumuşsunuzdur ama, yeni gelmiş olanlar ve Amerika tarihini işleyen yapımlara meraklı konuklarımızın yan sekmesine çeşitli ikramlarımız olacak (İkramlar müesseseden) Efendime söyleyeyim Hell on Wheels mı dersiniz, Turn : Washington Spies mı dersiniz, The Patriot ve Sons of Liberty mi dersiniz... Çeşit de bol kepçe de bol efendim, gönlünüzce doldurunuz tabağınızı :) Hazırsanız keyifbozanlar burada :)
The Last Of The Mohicans (1992) : Avrupa kıtasında Yediyıl Savaşları sürerken, bunun bir uzantısı olan Fransa-İngiltere çatışmaları da Amerika kıtasında sürmektedir. Avrupalılar bir yandan da yerlilerle savaşmaktadır. İki ünlü Kızılderili kabilesinden Mohikanlar İngilizlerle, Huronlar Fransızlarla ittifak kurmuştur. William Henry Kalesi Fransızlar tarafından kuşatılmıştır. Üç yerli izsürücü İngilizleri bu kaleye ulaştırmaya çalışmaktadır ve bir yandan da Albay Munroe'nun kızlarına eşlik etmektedirler. Kızların canları da onlara emanettir çünkü yerliler Munroe'dan intikam almak için kızlarını öldürmek istemektedir. Bir İngiliz olmasına rağmen Kızılderililer arasında büyüdüğü için onlardan ayırt edilemeyen Hawkeye (Daniel Day-Lewis) ile Cora Munroe arasında bir şeyler başlar. Kaleye ulaşmak, Fransızlarla barış imzalayıp teslim olmak ve bir yandan da yerlilerle savaşmak derken çok güzel manzaralar eşliğinde bir yolculuğa çıkarız onlarla. Hawkeye ve Cora kadar, Uncas ve Alice'in aşkını izlemek de güzeldi. Açık alan savaşları ve özellikle şelale-uçurum yürüyüşleri filmin görselliği yüksek kısımları. Eleştirim ise filmin süresine. Bence iki saat bu film için kısa, en az 150 dakika olmalıydı.
Dances With Wolves(1990) : Kurtlarla Dans filmi alıp götüren en önemli şey Kevin Costner'ın ta kendisi. Bu filmde bence oynamamış adeta yaşamış. İç mücadele esnasında bu durumdan usanan John Dunbar bir anlığına kendini güneylilere hedef yapıverir. Güneyliler onu vurmayı başaramaz. Hayatta kalan kahramanımız başka bir vazife talep eder. Bunun üzerine Yerli-Amerikan sınırına tayin edilir. Gittiği sınır noktasında kimseler yoktur. Görünmeyen 'düşman'ı beklemeye başlar. Bu arada savaş hazırlıklarını da yapar. Ama işler umduğu gibi gitmez çünkü gelenler düşman değil dosttur. Yerlilerle zamanla iletişime geçer. Onlardan öğrenir, onlara öğretir, güzel bir bağ kurulur aralarında. Öyle ki yerlilerle yaşamaya başlar John Dunbar. Onların hiç kendilerine öğretildiği gibi olmadığı fark eder. Bu arada yerlilerin içinde bir de beyaz kadın vardır, çocukluğundan beri yerlilerle yaşamıştır o da. Bu ikisini yerli usulü evlenirken gördük ya gam yemeyiz artık :) Ancak diğer yandan ordu birlikleri ilerlemektedir ve John Dunbar'ı bulurlar. Adamımız adeta yerliler tarafından asimile edilmiştir :) Güç bela İngilizce konuşup kendini anlatır ama bu kez de ihanetle suçlanır. Görselliği ziyadesiyle yüksek olan bu filmde özellikle bizon avı kısmı inanılmazdı. Ayrıca başroller dahil herkes yerli dili konuşuyordu, özellikle de filmin ikinci yarısında. Takdir ettim doğrusu. Filmimiz süre açısından tatmin edici. Tam dört saat :)
Geronimo: An American Legend (1993) : En ünlü Kızılderililerden biri olan Goyale -daha iyi bilinen adıyla- Geronimo, beyazlarla olan savaşına devam etmektedir. Hükümet Apaçilerin belli bir alanda yaşamalarına izin vermiş ve buradan çıkışı yasaklamıştır. Apaçiler artık avlanamıyor yalnızca çiftçilik yapabiliyorlardır ve Geronimo huzursuzdur. İki ay içinde teslim olacağını söyler. Kendisini teslim almaya Charles Gatewood (Jason Patric) ve genç taze mezun bir adet Britton Davis (Matt Damon) gidecektir. Geronimo’nun savaşını, mücadelesini ve haklılığını görmek ve bu adama hayran olmamak zor. Bu güzel filmde eskinin o güçlü kovboylarından Robert Duval'i görmek de ayrıca güzeldi. Jason Patric bir yandan görev bilinci diğer yandan düşmanı olan Geronimo'ya duyduğu saygı arasında sıkışmış adamı gayet güzel oynamış bence. Hollywood'un genelde 'kurtarılan' kişisi Matt Damon'u bu kez kurtarılma ihtiyacı duymayan biri olarak görmek de iyiydi. Gerçi bu filmde de tıpkı Jason Patric gibi o da hislerinden 'kurtulmaya' çalışıyordu. Üç filmin ortak noktası ne diye sorarsanız Wes Studi derim. Üç filmde de vardı :)
İşte böyle sevgili okuyucularımız. Ben gidip baltamı temizleyeyim. Görüşürüz :)

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?