Seyir Defteri #25 : And Then There Were None

Selamlar! Bir soruyla başlamak isterim. Böyle bir yere davet edilseniz gider misiniz? (Sevgili Sbl'nin bu ürkütücü davetini çok üzülerek reddetmek durumundayım; adalardan, hele güneş almayan ve hırpani dalgaların kayaları tokatladığı adalardan hiç hoşlanmam! Sıcak denizlere inmeyeceksek almayayım...)
Bu benim izlediğim Agatha Christie'nin eserinden uyarlama ilk dizi. 'Böyle bir yere haftasonu için çağrılmak hoş olur' diyorsanız eğer bir daha düşünmenizi öneririm.
Çünkü bu malikane bir ada üzerinde. Adanın bazı kıyıları kumsal bazı kıyıları ise sarp uçurum. Geliş gidiş ise kayıkla sağlanıyor, ulaşılabilir gibi dursa da ada anakaradan gözükmüyor. Yani kıyıdan oldukça açıkta bulunuyor.
1939 yılının yazında (evet daha ikinci dünya savaşı başlamadı, yaklaşık bir iki ay var) sekiz kişi Bay ve Bayan Owens tarafından bu köşke davet edilir. Konuklar kayığa biner ve sağ salim adaya ulaşırlar ancak görünürde ev sahibi yoktur. Misafirleri evin çalışanları Rogerslar karşılar, kendilerine Bay ve Bayan Owens'ın kısa zaman içinde geleceği söylenir. (Ben bir işkillendim burada niyeyse.......)
Yalnız konak muhteşem bir yer. İki katlı, ayrıca bir bodrum-zemin arası kat, eğimli çatı katı, gezilebilecek bir teras-balkon derken muhteşem. (Kimin Youtube'da emlakçı videolarına dadandığını anlamışsınızdır böylece.) At bin koştur dermişim :) Yaz olmasına rağmen bir türlü güneş açmıyor oluşu, üstüne hunharca yağmur yağması ve deliler gibi şimşek çakması Ağustos ayı ile uyuşmuyor.
Etrafta köşkten başka hiçbir şey olmayan bu adada ortam ürkütücü durumlar için fazlasıyla müsait. Sevimli konuklarımızın henüz bilmedikleri şey ise buraya öldürülmek üzere davet edilmiş olmaları. (Ama böyle misafirperverlik olmaz olsun canım...)
Konukları sırasıyla tanıtayım: Gezgin/maceracı Philip Lombard, Kahya Thomas Rogers, Mürebbiye Vera Elizabeth Claythorne, genç zengin Anthony James Marston, Doktor Edward George Armstrong, Hakim Lawrence John Wargrave, hayırsever Emily Caroline Brent, Dedektif William Henry Blore, General John Gordon Macarthur, Hizmetkar Ethel Rogers. Konuklar birbirlerini tanımıyor.
Sahilde karşılanma, eşyaların taşınması, konukların yerleştirilmesi derken, gelenler oturma odasına alınıyor ve kendilerine birer içki hazırlayıp yavaştan tanışmaya başlıyorlar.
Philip Lombard Vera Claythorne ile konuşuyor (buraya gelirken trende tesadüfen aynı kompartmandaydılar) ve oldukça rahat tavırlı James Marston da onlara katılıyor.
Akşam yemeği zamanı geldiğinde sekiz konuk sofra başındaki yerini alır. Bu akşam yemeği her şeyin yolunda gittiği tek an olur.
Birbirini tanımaya çalışan konuklar sohbet etmeye koyulmuşken mikrofondan bir ses duyulur. Her misafirin adı ve öldürdüğü kişinin adı söylenir. Birbirinden kibar konuklarımız duyduklarına inanamazlar.
Ancak geçmişlerine yapılan geridönüşlerle anlarız ki bu ses kaydı doğruyu söylemektedir. Herkes iddiaları şiddetle reddeder. Bir kişi dışında. Maceracı Philip Lombard Afrika’da bir kabilenin yirmiden fazla üyesini bile isteye öldürdüğünü söyler.
Geri kalanlar şaşırır ve kendi hikayelerini anlatmaya başlar (Ada üzerindeki ilk akşamlarında iki kişi ölür, konakta çok sayıda oda olduğu için vefat edenler kalmakta oldukları odada yatağa konup, üzerine bir çarşaf örtülüp, bırakılmaktadır).
Ertesi sabah kahvaltı edilir ancak sinirler bozuktur. Misafirleri getiren kayıkçı Bay Narracott’un tam bir hafta adaya gelmeyeceği öğrenilir. Herkes birbirinden şüphelenmeye başlar. Biri beş dakika geç kalsa muhakkak nerede olduğu sorulur.
Güneşlenmek için kapı önüne çıkmak ya da kumsala inmek sakıncalı hareketlerdir, nitekim bunları yapanlar da müteveffa olur. Konuklar anakara tarafından görülebilmek için sahilde büyük bir ateş yakmak isterler ancak engeller çıkar.
İkinci akşam yemekte daha az yiyecek ve daha az insan vardır. (Ev sahibi sınıfta kaldı şimdi, ne demek az yemek? Aç aç mı ölelim? Öldürmek için çağırdınız bir şey demedik, arkamızdan bir fıstıklı irmik helvası kavuranımız da mı olmasın? Bu ne bilimsizliktir!) Ölümlerin şiirde bahsedildiği gibi olmasından dolayı, kalanlar birbirlerinin odalarını ve eşyalarını aramaya karar verirler. Ortada kayıp bir tabanca ve bir şüpheli aranırken bu araya ufak bir aşk sıkıştırmış Agatha Christie.
Yapılan aramalardan sonuç çıkmaz. Konuklarımızdan hala ölmemiş olanlar biraz toz biraz da alkolle parti yaparlar; artık kafayı yemek üzerelerdir. Katil kimdir? Yahut kimlerdir? (Katil daima genç, erkek ve beyazdır???)
Bir ölü daha bulunur. Daha fazla keyif bozuculuk yapmak istemiyorum lakin sormadan da edemiyorum: Ulaşımın olmadığı bir adada tanımadığınız insanlar ve bir de katille baş başa bulunuyorsanız seçenekleriniz ne olabilir ki?
Her davetlinin odasında çerçevelenip duvara asılmış o uğursuz şiiri de yazayım. Doğru mu değil mi hüküm sizin.
Ten little Indian boys went out to dine
(On küçük yerli yemeğe gitti)
One choked his little self and then there were nine
(Biri boğuluverdi, kaldı dokuz)
Nine little Indian boys sat up very late
(Dokuz küçük yerli geç vakitte sızdı)
One overslept himself and then there were eight
(Biri uyanamadı,kaldı sekiz)
Eight little indian boys travelling in Devon
(Sekiz küçük yerli Devon’da gezdi)
One said he’d stay there and then were seven
(Biri orada kaldı, kaldı yedi)
Seven little Indian boys chopping up sticks
(Yedi küçük yerli odun kırdı)
One chopped himself in halves and then there were six
(Biri kendini kesti, kaldı altı)
Siz little Indian boys playing with a hive
(Altı küçük yerli kovanla oynadı)
A bumblebee stung one of them and then there were five
(Birini arı soktu, kaldı beş)
Five little Indian boys going in for a law
(Beş küçük yerli mahkemeye gitti)
One got in chancery and then there were four
(Biri tutuklandı, kaldı dört)
Four little Indian boys going out to sea
(Dört küçük zenci denize gitti)
A red herring swallowed one and then there were three
(Birini balık yuttu, kaldı üç)
Three little Indian boys walking in the zoo
(Üç küçük yerli hayvanlara gitti)
A big bear hugged one and then there were two
(Birini ayı kaptı, kaldı iki)
Two little Indian boys sitting in the sun
(İki küçük yerli güneşlenmeye oturdu)
One got all frizzled up and then there was one
(Birini güneş çarptı, kaldı bir teki)
One little Indian boy left all alone
( Bir küçük yerli yapayalnız kalıverdi)
He went and hanged himself and then there were none
(Gitti kendini astı, geriye kimse kalmadı)
Geriye saymak için ne ürkütücü bir yol. Ölenler aynen burada yazan biçimlerde öldü. Peki ya ölmeyenler?
Bu ada dizide asker adası olarak geçiyor, duyunca şaşırmayın. Önceki zamanlarda ise şiirde de bahsedildiği gibi zenci adası ya da yerli adası diye adlandırılmış. Bu arada, katili bulabildiniz mi?
İşte böyle sevgili okurlar. Yalnızca üç bölüm olduğu için tek solukta izlenebilir. Zaten olayların sürükleyiciliği bir çırpıda bitirmek için uygun. Haftaya görüşmek üzere!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?