Seyir Defteri #3 : The Terror

Öncelikle selamlar. Bu kapanma-karantina dönemlerinde yapılabilecek en güzel şeylerden birisi de doğal olarak güzel eserler izlemektir sanırım. Gerçi son yıllarda -özellikle 2013 ve sonrasında- moda oldu ‘ay şunu izliyorum bunu izliyorum’ muhabbeti yapmak, lakin kardeşim ve ben bunu çoook daha uzun bir süredir yapmaktayız doğrusu.
Bugün de gene izlediğim dizilerin birinden bahsedeceğim size. Dizimizin adı The Terror ve yine AMC kanalının işi. Açıkçası bu kanalı da beğeniyorum ben. Yabancı kanallarda önceliğim aslında daha çok HBO’dur; daha bir tane kötü işlerine rastlamadım lakin artık AMC kanalı da gözüme girdi, seyirliklerinden memnunum. Bu, benim söz konusu kanaldan izlediğim 3. dizi. İlk olarak Breaking Bad daha sonra da blog okuyucuları fark edecektir ki Hell On Wheels adlı yapım. The Terror şu an itibariyle üçüncü.
Yıl 1845… İngiltere’den iki gemi kuzey kutbunda faaliyet göstermek ve keşiflerde bulunmak üzere yola çıkıyorlar. Gemilerden ilkinin adı The Terror, korku demek. ikinci gemi Erebus ise Yunanca’da karanlık anlamına geliyor. Amaç Atlas Okyanusundan doğrudan, karaya ayak basmaksızın Büyük Okyanusa çıkmak. İki yıl yetecek erzak depolandıktan sonra yola çıkılır. Gemide kayıklar-filikalar da mevcut. Lakin sonuçta gidilen yer Kuzey Kutup bölgesi yahu. Sanki daha başından işin sonu gözüküyor gibi. Evet doğru tahmin ettiniz, bu keşif gezisinden sağ dönen olmamış, gemi mürettebatı kah hastalıktan ve açlıktan, kah soğuktan ve buna bağlı delirmekten yitip gitmiş. Gerçi tek bir kişi sağ kaldı ama kim olduğunu söylemem. Yıllar önce kız kardeşimle yaz aylarında –Temmuz yahut ağustos tam hatırlamıyorum- Fargo filmini izlemiştik. Yaz günü donmuştuk. Bir film yahut dizi sizi yaz günü dondurabiliyorsa, bu etkiyi sağlıyorsa kuşkusuz başarılı bir eserdir. The Terror’u kışın ve tek başıma izleyince tesiri daha da arttı desem, ne dersiniz? Sahte güneş diye bir kavram varmış desem ya da? Kutuplarda aylar boyu güneş doğmuyor, dağlar var ama tamamen buzdan oluşmakta, azıcık toprağa temas edebilmek için metrelerce kazmak gerek desem, bu insanlar bir süre sonra yamyamlığa başladı desem?
Şimdi de kişilerden bahsedelim. Öncelikle gemi kaptanımız Francis Cozier. Kendisi gayet ince, beyefendi biri. Az biraz da yerli dili konuşabiliyor. Az önce söylemem dedim ama bu maceradan yaşayarak kurtulan tek kişi kendisi. Nasıl kurtuldu derseniz keyifbozan geliyor: Yerlilere katıldı! Onları aramak için bir keşif gemisi daha gelmiş sonradan, gerçi biz bunu daha dizinin ilk dakikalarında görüyoruz lakin bağdaştıramıyoruz, ne alaka diyoruz. Dizi aynı kare ile kapanınca yani başlanan noktaya geri dönülünce anlıyoruz neler olduğunu, bir kez daha. Artık Eskimolarla birlikte olsa da kendisi adına sevindim. Hayatta olmak iyidir be !!!
Sir John Franklin. Bu keşfe adını veren kişi. Ya da tam tersi. Kendisi daha önceden Avustralya’da vazife yapmış, Van Diemend’s Topraklarında, şimdiki Tazmanya Adası. Oradaki görevlerinde kısmi başarısızlıkları olmuş, bunun üzerine bu durumu onarmak için kutup seyahatine gönüllü gelmiş, hem sonuçta o kadar kaşiflik tecrübesi var ve tahmin edersiniz ki böylesi bir yerde buna gereksinimi pek çok mürettebatın. Lakin kendisi uzun ömürlü olamadı ve bir saldırıda vücudunun yarısını yitirdi, geri kalanı su kuyusunun dibinde bulundu. Keyifbozanlar var demiş miydim bu arada?
İkinci kaptan James Fitzjames. Kendisi iyi niyetli biriydi lakin biraz fazla havalıydı çünkü donanmada hızlı yükselmişti ancak tecrübe kısmında eksiklikler vardı. Sözgelimi kaptan burada kışlayalım dediğinde kendisi gitmekten yanaydı. Halbuki nereye gideceksin ayol her taraf don! Netekim ufak keşif grupları olarak gemiden çıkıldı, ikiye ayrılındı herkes ayrı yerlerde donarak öldü, geri gelen olmadı. Şimdi sorarım sana; iyi mi oldu Bay yarı Portekizli Fitzjames?
Pek sevgili hekimimiz, altın kalpli Henry Goodsir. Bu adam olmasa bu kadar da olmazdı belki, Aklınıza gelebilecek her işe koştu adam. Salt doktorluk değil psikologluk da yaptı, mürettebatın moralini yüksek tuttu hep. Aynı zamanda otopsileri de o yapıyordu. Bir keyifbozan daha, dizi sonlarına doğru daha fazla yapamayacağını anladı ve kendini feda etti, şu şu kısımlarımı yiyin diye de öğüt verdi zira mürettebat konservelerden kurşun sızdığı için yavaş yavaş zehirlenmekteydi…
Bayan sessizlik… Kendisi bir Eskimo. Babası ile İngilizlere rastladı ve her şeye ateş eden askerler yüzünden onu kaybetti. İngilizler tarafından sorgulandı lakin söyleyecek bir şeyi yoktu; bir yılı aşkın bir süredir burada bulunan ve daha avlanmayı ve balık tutmayı beceremeyen bu adamlar aptaldı ona göre. İşi yok da o mu doyuracaktı koca gemiyi? Hem zaten sevmedi İngiliz yemeklerini, tükürdü hepsini çikolata dahil, elinden geldikçe yardımcı oldu hem yiyecek hem sağlık konusunda, e bir yere kadar ama, sonra bırakıp gitti. Dizi sonunda Kaptan Francis Crozier de ona ve onun az sayıda akrabasından oluşan Eskimo grubuna katıldı, umarım mutlu olmuşlardır kabilecek.
Kötü adamı sona sakladım çünkü hala uyuzum kendisine. İşte kötü adamımız Bay Cornelius Hickey. Adı bile uyuz naletin. Bunu aslında işin başında vurmalılardı ya neyse. Nereden bilecekler ki? Sonuçta herkes bir diğerine güvenerek çıkıyor bu yolculuğa. Of of. Kendisi için gemide isyan çıkardı da denebilir. Tam isyan değil gibi ama bir yandan da öyle. Ona uyan birkaç adamla ve yiyecekle çekti gitti, yeri geldi çatıştı - kutupta oluyor bunlar haa- ele geçirildi tam asılacak iken gemi mürettebatının baş belası olan saldırgan ayımsı varlık meydana çıktı, bu sayede idamdan kaçtı ayı saldırısına uğrayanlar öldü, şaka gibi. Sonra Kaptan Crozier’in insafı tuttu, bağışladı onu, burada gidebilecek bir şey yok ki dedi ve haklıydı da. Çünkü herkes artık küçük gruplara bölündü biraz da yiyecek verilerek başlarının çaresine bakmaları ve bir umut yaya olarak kuzey Kanada’ya varmaları için görevlendirildi. Umut kuzey kutbunda yitip gidenlerin de ekmeği sanırım…
Kış için güzel ve üşütücü, yaz için ise gene üşütücü bir yapım olmuş, ben beğendim. Bu hikayenin bir de ikinci faslı var gerçi; İkinci Dünya Savaşı zamanı insanlara musallat oluyor gene. Lakin ben yeterince dondum hem zaten yer de kalmadı sayılır, haliyle başka zamana o da. İyi izlemeleriniz olsun!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?