Seyir Defteri #8 : Unbelievable

Günaydın! Bugün, henüz yakın zaman önce izlemiş olduğum ve Netflix'in izlenesi yapımlarından biri olan Unbelievable dizisi hakkındaki düşüncelerimi yazacağım.
Netflix üyeliğim yok, çeşitli sitelerden faydalanıyorum. Yeni ve izlenesi şeyler üretme konusunda Netflix biraz sıkıntı çekiyor gibi. Diğer izlencelere aracılık yapması güzel. Kendi yapımları için konuşmak gerekirse bence az iş yapsın öz iş yapsın. İşte bu mini dizi bu ‘öz iş’e izlenesi bir örnek olmuş.
Bu dizimiz güzel olmuş olmasına da, bahsettiği konu fena halde üzücü ne yazık ki. İzlerken hislenmemek ne mümkün. (Sbl hislenmiş arkadaşlar, bu en az Halley kuyruklu yıldızını dünyadan görebilmemiz kadar nadir gerçekleşen bir olay) Üstelik gerçek bir olaydan uyarlanmış ve bu zaman o kadar da eski değil. Daha yeni reşit olmuş, ailesi olmayan –koruyucu ailelerin destek olduğu- kimsesiz gençlerin ikamet ettiği bir merkezde yaşayan Marie Adler’in öyküsü bu (Kişinin gerçek adı kullanılmıyor.)
Marie Adler normal bir yaşam sürmekte olan biridir, sabahları işine gider, kendisi gibi olan diğer arkadaşlarıyla vakit geçirir, koruyucu aileleriyle görüşür, ehliyet almak istemektedir bir yandan da. Bir akşam kendi evinde uyuyorken saldırıya uğrar. Sabah koruyucu annesini yardıma çağırır polise de haber verilir. İlk sorgusu bu sırada yapılır. Zavallı kız o kadar sarsılmış bir haldedir ki, üzülürüz biz de. Daha evden çıkmadan bir kez daha sorgulanır sonra da müdahale etmek için hastaneye kaldırılır. Kendisine hastanede de hassas davranılmaz, herkes yapay bir samimiyet göstermektedir.
Marie bu saldırıdan şikayetçi olmak üzere polise gider. İki polis tarafından yeniden sorguya tutulur -ki izleyici olarak bizler de sorgulanmaktayızdır onunla birlikte- polislerin o inanmaz tavrı ise inanılmaz sinir bozucudur. Zavallı kız bütün bu uzun süreçler sonunda, kendine inanılmamasından dolayı şikayetini geri almak zorunda kalır, iftira atmak ve emniyet güçlerinin imkanlarını gereksiz yere harcamaktan yargıç önüne çıkartılır.
Bu noktada benzer davaları soruşturan iki kadın dedektif dahil olur olaya. Birbirlerini daha önceden kısmen tanıyan polislerimiz tanışıklıklarını ilerletir, zamanla kader ortağı olacaklardır mağdurların hakkını ararken. Suçlu ise geriye kesinlikle hiçbir iz bırakmamaktadır.
Böylesi durumlarda hep Amerika’nın ne biçim bir ülke olduğunu düşünürüm. Her bir eyalet ayrı telden çalmaktadır, polis birimleri kendi aralarında bilgi paylaşımı yapmamaktadır, yerel kolluk güçleri ve federal birimler arasında bitmek bilmez çekişmeler gırla gitmektedir falan, harbi ne biçim yer burası yahu? Nitekim diğer birimler bilgi paylaşımına yanaşınca zanlı hakkında ilk bilgiler de derlenmeye başlanır. Kadın polislerden Grace Rasmussen daha tecrübeli olandır,sert ve mantıklıdır; Karen Duvall ise empati dolu, duygusal ve anaçtır. Bu noktada ben dedektiflerden Rasmussen’i daha çok beğendiğimi belirtmeliyim. Ben de onun gibi davranırdım ama iş ortağım anaç oldun isterdim sanırım :)
Olaya yeni kurbanlar dahil olur ancak ilk kurban Marie’nin hikayesi merkezdedir. Çeşitli ayrıntılar takip edilerek suçluya ulaşılır, bu noktada fazla detay vermek istemiyorum. Son bölüme varıldığında mahkeme ve yüzleşme kısımlarına şahit oluruz. Suçlu kendilerinin daima kanundan ve güvenlik güçlerinden bir adım önde olduğunu belirtiyor, kuşkusuz korkutucu bu. Zanlının kardeşinin bu noktada söylediği ‘Bunu lütfen annem duymasın’ sözleri izleyicide değişik düşünceler uyandırabiliyor. Kurbanların suçluya sayıp söyledikleri ise iç acıtan türden.
Sonunda Marie ehliyetini almayı başarır. Tazminat kazanır. Aracına atladığı gibi yüzünde kocaman gülümsemesiyle yaşadığı yeri terk eder, ona inanmayan koruyucu ailelerini de. Ona inanılsa kaç kişinin yaşamının berbat olmayacağı gerçeği var bir de tabii. Bu olay hakkında uzunca denilebilecek bir makale de mevcut, ben üşenmeyip okudum. İzlemeyi düşünürseniz memnun kalacağınız ve duygulanacağınız bir yapım. İyi seyirler dilerim!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?