Seyir Defteri #242 : The Tudors

Selamlar! Desdurun; karşınızda Tudor Hanedanı'ndan gelme, Anglikan Kilisesi'nin başı, 7. Henry'den olma York'lu Elizabeth'den doğma Fransa fatihi 8.Henry Han Hazretleri!
Efendim tarihi ve dönem dizileri arasında başı çeken, birçok dizisini izlediğim Showtime kanalının bence en iyi işlerinden biri The Tudors izlerken bizim de fazlasıyla beğendiğimiz bir yapım oldu. Gerçeklere oldukça sadık kalınmış, görselliğiyle izleyicisini büyüleyen dizi başrol Jonathan Rhys Meyers'ı televizyon tarihinde şahane bir noktaya taşımış; yani öyle ki gerçek 8.Henry kalkıp gelse ziyadesiyle minnettar olurdu kendisini Jonathan Rhys Meyers tarafından canlandırıldığı için bence :)
2007-2010 yılları arasında toplam dört sezon ve 38 bölümden oluşan dizinin başrolü İngiltere'den gelen en güzel şeylerden biri olan Jonathan Rhys-Meyers. Kendisinin dışında kalan yıldızlarla kadro Henry Cavill, Sam Neill, James Frain, Natalie Dormer, Maria Doyle-Kennedy, Anita Briem, Annabelle Wallis, Joss Stone, Tamzin Merchant, Joely Richardon, Sarah Bolger, Ruta Gedmintas, Gabrielle Anwar, Hans Matheson ve Max ven Sydow ile Peter O'Toole gibi iki asırlık çınarı barındırıyor. Dizinin yapımcısı ve senaristi Michael Hirst ve bölüm süreleri yaklaşık olarak bir saat.
İngiltere Kralı 8.Henry (28 Haziran 1491-28 Ocak 1547) aslında yedi kardeş olmalarına rağmen hayatta kalan dört çocuktan biri, diğer kardeşleri Geller Prensi ve aslında kral olması gerekirken genç yaşta hastalıktan ölen Arthur Tudor, küçük kardeşleri -dizide de gösterilen- Margaret Tudor ve Fransa'ya gönderilen Mary Tudor. Eşleri ise sırasıyla İspanyol Aragonlu Catherine, Anne Boleyn, Jane Seymour, Clevesli Anne, Catherine Howard ve Catherine Parr. Gelelim çocuklarına, sevgilisi Elizabeth Blount ile Henry Fitzroy adında meşru olmayan bir oğlu var; çocuğu resmen varis kabul etmiyor ama Richmond Dükü ünvanı veriyor; Aragonlu Catherine ile; bebekken ölen Cornwall dükü ilan ettiği Henry ve Mary Tudor; Anne Boleyn ile 1.Elizabeth olarak tanınan ünlü İngiltere kraliçesi Elizabeth Tudor; Jane Seymour ile sahip olduğu biricik oğlu 6.Edward.
Yüce ve haşmetlü kral 8.Henry hazretlerinin kişisel özelliklerinden biraz bahsetmek gerekirse; kralın kişiliğinin dizi boyunca önemli ölçüde değiştiği gösterilmiş, en tutarlı özelliği ise son derece hızlı öfkelenmesi. Öyle ki Henry'nin gazabı uyandığında sevdiği veya en güvendiği kişiler bile güvende değildir; eğer bu kişiler ölmüşse -ki bu genelde idama çarptırıldıklarından oluyor- sonrasında üzüntü ve pişmanlık gösterebiliyor. Örneğin oldukça eski arkadaşı hatta öğretmeni saydığı Thomas More'un ve eşi Anne Boleyn'in infazları Henry'nin öfkesinin ne kadar ileri gidebileceğini izleyiciye gösteriyor. Yalnızca en iyi ve yakın arkadaşı Suffolk Dükü Charles Brandon, Henry'nin saltanatının tamamında hayatta kalmıştır; bunun nedeni de siyasi ve dini meselelere karışmamaya gösterdiği özendir.
Çok büyük taht mücadelelerine girmek durumunda kalmayan kral, kendisine karşı komplo kurulduğu yahut birilerinin kendisini aldattığına dair paranoyası, dizinin ilerleyen sezonlarda one giderek daha öngörülemez hale geliyor. Yaşamı boyu altı kez evlenen Henry tüm eşlerini sevmesine rağmen hükümdarlığı boyunca -hatta diyebiliriz ki- yaşamının son yıllarına kadar olağanüstü bir kadın avcısı olarak kaldı, en sevdiği ve ona yıllardır beklediği erkek varisi dünyaya getiren kraliçesi Jane Seymour'u aldattı. Tam sopalık davranışlar ancak adam İngiltere kralı olduğu için elden birşey gelmiyor tabi.
Henry halkının iyiliğini ve tebaasının sevgisini her türlü zenginliğin üzerinde tutmasına rağmen, öfkelenirse ya da kışkırtıldığı takdirde halkına karşı acımasızca şiddet uygulamaktan çekinmediği köylü kesimin çıkardığı Kuzey İsyanı'nı şiddetle bastırdığında kanıtlanıyor. Henry'nin kendi eşi Anne Boleyn'in idam edilmesinden kısa bir süre sonra gerçekleşen bu katliam, yurtiçinde ve yurtdışında itibarına ciddi zararlar verdi. Aynı dönemlerde İspanya ile denizlerde savaşma ihtimali de hükümdarı yıpratan şeylerden biri.
İlk sezonlarda kısmen gençliğin de etkisiyle habire savaş çıkarmak isteyen Henry tecrübeli siyasetçilerden oluşan danışmanları ve saray efradı tarafından engelleniyor. Ancak ilerleyen sezonlarda kendisini Kuzey Fransa üzerinde hak iddia ederken ve çeşitli savaşlara iştirak ederken görüyoruz. Bu arada bu ikili podyumdan inip dizi setine gelmiş olmalılar, değil mi?
Tudor Hanedanı'ndan gelen ve İngiltere Kilisesi'ni Katoliklikten koparmasıyla ünlü 8.Henry yaklaşık kırk yıl hüküm sürmüştür; hem karizmatik bir liderdir hem de biraz canavardır, maiyetini genelde ondan çekinirken görüyoruz dizi boyu. Hükümdarlığı sırasında bir oğlunun hanedanlığını sürdürmesini isteme takıntısı da dahil olmak üzere çoğu tarihi olaya sadık kalınmış. Ayrıca çeşitli sporlara düşkün olduğunu da görüyoruz kendisinin; Charles Brandon ile tenis oynuyor, at biniyor, ok atıyor, mızrakla uğraşıyor, kağıt oyunları oynuyor; sarayına sanatçıları davet ediyor. Göz kamaştırıcı mekanları, dönemin giyimleri ve eğlence anlayışını, siyasi durumları ve savaşları içeren, metrekareye en az bir güzel insanın düştüğü dizimizin dört sezonunda neler olmuş bir bakalım.
İngiltere sarayındaki ulusal çatışmalar ve siyasi entrikaların ortamı bulandırdığı bir dönemde tahta çıkan 8.Henry (Jonathan Rhys-Meyers) aslında herşeye sahip gibidir. Ancak krallıkta süregelen dini ayrılıklar ve diğer ülkelerle olan ittifak ve çekişmelerin yoluna konması gerekmektedir ve bu konuda kralın yardımcısı ve güvendiği bir danışmanı olan Kardinal Thomas Wolsey'dir (Sam Neill). Kardinal Wolsey, Henry'yi Fransa ile barışı korumaya ikna eder ve iki kral Fransa'nın kuzeyinde bulunan Calais'de bir dostluk paktı imzalamak için buluşur. Diğer yandan erkek bir varis istemenin baskısı Henry'yi Aragon Kraliçesi Catherine ile evliliğini sorgulamaya zorlar. Bir dünya ilişkisi olan kralın, aynı zamanda Kraliçe Aragonlu Catherine'in (Maria Doyle Kennedy) nedimelerinden biri olan sevgilisi Elizabeth Blount'tan (Ruta Gedmintas) bir oğlu olur. Henry'nin birinci dereceden kuzeni olan ve tahtta hak iddia edip gerekirse ayaklanmayı ve çatışmayı düşünen akrabası Buckingham Dükü'nü idam ettirir.
İlk birkaç bölümden sonra diziye kralımız 8.Henry'den sonra damgasını vurmaya başlayan kişi kesinlikle Anne Boleyn oluyor. Burada bir ayrıntı verelim; Aragonlu Ctherine aslında Henry'nin ağabeyi Arthur Tudor ile evliyken, onun vefat etmesi üzerine 8.Henry ile evlenmesi uygun görülmüş; günümüzden geri dönüp bakınca inanılmaz geliyor tabi (tam ortadoğu işi diyorsunuz izlerken ama bir fark var gene de, onlar bu tarz şeyleri ortaçağda bırakmışken bazı geri kalmış topluluklar bu tarz aptallıklara hala devam ediyor). Kralın İspanyol eşi Aragonlu Catherine'den -çok sevmese de saygı duyduğu halde- ondan ayrılıp Anne Boleyn'le evlenebilmek için attığı adımlar ile yasal düzenlemelerle birlikte İngiltere'yi kasıp kavuran Terleme Hastalığı (sweating sickness) anlatılmış.
Tıpkı veba gibi ortalığı kırıp geçiren bu hastalık insan ayırmayıp hem soyluları hem de soylu olmayanları öldürmüştür ve Henry de hastalığa yakalanmaktan korkup bitkisel ilaçlarıyla saraydan uzakta kırsalda kendini insanlardan uzak tutma yolunu seçer. Anne Boleyn de hastalığa yakalanır ancak iyileşmeyi başarır. Bu dönemde kralın en iyi danışmanı Kardinal Thomas Wolsey (Sam Neill) iken sezon sonuna doğru Thomas Moore ona aradığı yardımı ve fikirleri sunuyor; biz izlerken 'adeta Thomaslar çağıymış' yorumu yapmıştık :)
İkinci sezon tam bir Anne Boleyn sezonuydu. Ben Natalie Dormer'ı yıllar evvel Casanova filminde izlemiş ve güzelliğine adeta vurulmuştum. Burada gördüm ki oyunculuğu da çok iyiymiş. Bebişim benim :)
Anne Boleyn (Natalie Dormer) eğitim alması için gönderildiği Fransız sarayından geri dönmüş ve Henry'nin dikkatini çekmiştir. Anne'in babası ve amcası da onu kralla daha yakın olması konusunda teşvik eder, annesi ise kızının onunla evlenmesi konusunda ısrar eder; bu da onları Kraliçe Catherine'e karşı harekete geçmek için Kardinal Wolsey'i kullanmaya iter. Kral da Catherine'den ayrılmak istese de olaya Papalık makamının yardımı ve onayı gerektiği için arada kalmıştır. Eşi İspanyol olduğundan, o dönemin güçlü devleti İspanya ile karşı karşıya gelmemek amacındaki haşmetlimiz 8.Henry bu noktada hem Roma'dan ayrılmak istemekteyip hem de müttefiksiz kalma korkusuyla bunu gerçekleştirememektedir.
Kardinal Wolsey'e evliliğinin iptali için papalık onayı almasını söyleyen Henry söz konusu onay gelmedikçe sinirlenmekte ve Kardinal de Katolik Kilisesi'ni bunu kabul etmeye ikna etmek için giderek daha çaresizleşmektedir. Kraliçe Catherine'in yeğeni Kutsal Roma-Germen İmparatoru 5.Karl olduğundan Papa üzerindeki etkili olamazlar ve bu durum Wolsey'nin konumunu zayıflatmaya başlar. Beklenen Papalık elçisi karar vermek üzere İngiltere'ye gelir. Mahkeme hem Henry'nin hem de Catherine'in hazır bulunduğu duruşmada Catherine lehine karar verir. Bu sonuca öfkelenen Kral, Kardinal Wolsey'i görevinden alır ve York'a sürer ve sadık arkadaşı Sir Thomas More'u (Jeremy Northam) Lord Şansölye olarak Wolsey'nin halefi olarak seçer. Londra Kulesi'ndeki tutukluluğu sırasında intihar eden Wolsey'in ölümü Henry'i üzer.
Bu sırada Anne Boleyn ile gizlice evlenen Henry'nin dini reformlara olan ilgisi, öncelikle Papalık otoritesini İngiltere'den kaldırma kararlılığından kaynaklanmıştır diyebiliriz. Thomas More ise yeni yeni benimsenmeye çalışılan Protestanlığın destekçisi kurnaz Thomas Cromwell (James Frain) tarafından yerlerinden edilmiştir. Bu arada Canterbury Başpiskoposundan kralı kilisenin başı ilan etmesi istenir ama kabul etmez. Bunun üzerine Thomas Cromwell'in yozlaşmış saydığı ve Kral 8.Henry'yi kilisenin başı olarak tanımayı reddeden çeşitli manastırları kapatır. Henry'nin bu eylemleri İspanya ve Fransa'nın Katolik hükümdarlarınca hakaret olarak görülür ve Papa'yı da kızdırır. Her iki hükümdar da önce İngiltere'ye savaş ilan edecek olur. Fakat diplomatik ilişkiler zarar görmüştür ve bu durum ileride Henry için sorun haline gelecektir.
Yeni Protestan Canterbury başpiskoposu Henry ve Catherine'nin evliliğini geçersiz kılar; Aragonlu Catherine yalnız başına sürgüne gönderilir ve sonunda hastalıktan ölür. Anne Boleyn ise Elizabeth adında bir çocuk dünyaya getirir. Henry bundan biraz rahatsızdır ama kızı Elizabeth'e karşı gerçek bir sevgisi vardır. Henry ise eşi Anne'yi sevmesine rağmen başka hanımlarıyla çapkınlıklarına devam eder. Anne bunlara üzülür ancak erkek varis isteyen Henry, ikinci çocukları doğamadan ölünce yavaş yavaş Anne Boleyn'den uzaklaşmaya devam eder. Yeni sevgilisi olarak Jane Seymour'u (önce Anita Briem sonra Annabelle Wallis tarafından canlandırılmış) seçen Henry, Seymour ailesine çeşitli ihsanlarda bulunur; Boleyn ailesinin yerini artık Seymourlar almıştır.
Artık daha rahat davranan Henry Anne ile evliliğini hükümsüz ilan eder. Yapılan mahkemede pek de ikna edici olmayan kanıtlarla kendine yöneltilen suçlamalara karşılık veremeyen Anne Boleyn, Londra Kulesi'ne gönderilir. Anne Boleyn'den ve kral üzerinde bıraktığı etkiden pek hoşlanmayan Thomas Cromwell ve Charles Brandon da mahkemeye gelip büyücülük suçlamaları yöneltmekten geri durmaz. Sporla uğraşmayı sevdiğini belirttiğimiz kral ise mızrak dövüşü sırasında bacağında ciddi bir yara alır. Bunun ilerleyen yaşamında ona büyük acı verip daha sonra onu yataklara düşürecek tarzda büyük iltihaplanmalara yol açacağından habersizdir. İkinci sezon Anne Boleyn'in idamıyla sona erdi :(
Üçüncü sezonun başlamasıyla yüce kralımız 8.Henry, Jane Seymour ile evlenir. Henry, Jane'e derinden aşıktır. Jane Seymour siyasetle ilgilenmeyen, evcimen yapıda biridir ve bu sayede Henry'nin ailesiyle (aileden kasıt kızları Mary ve Elizabeth) olan ilişkilerini düzeltir. Jane Seymour, Mary'nin iyi bir arkadaşı olur; Henry'nin de küçük kızı Elizabeth ile uzlaşmasına yardımcı olur. Aradığı huzuru bulduğunu düşünen Henry, Kuzey İngiltere'de Katolik destekli büyük bir isyan çıktığını duyar. İsyancılar, Thomas Cromwell'in dini reformlarına ve Henry'nin onaylamadığı manastırların kapatılmasına karşıdır.
Ayaklanmanın büyüklüğünden çekinen 8.Henry, şimdiye dek son derece cömert ve anlayışlı davrandığı Thomas Cromwell'i onu kışkırttığı gerekçesiyle suçla ve artık aşk meşk mevzularını bırakıp adeta bir 'Vezir-i Azam' haline gelen Charles Brandon'a Kraliyet Ordusunu hazırlamasını emreder. Olayın lideri Robert Aske (Gerard McSorley) ile pazarlık ediyor gibi davranıp, isyancıların çoğunluğu dağıldıktan sonra bir saldırı başlatır. Daha önce de belirttiğim gibi öfkelenince gözü hiçbir şeyi görmeyen haşmetlimiz Henry'nin ayaklananlardan alacağı intikam sınırsız olur ve binlerce kişiyi idam ettirir. Uyguladığı vahşet, Henry'nin yurtdışındaki -özellikle de Katolik güçler İspanya ve Fransa'da- zaten kötü şöhretli itibarına ciddi şekilde zarar verir.
Henry dini konular yüzünden daha önce İspanya ve Fransa krallarının hedefi olsa da, Vatikan'la çekişmeye yabancıydı. Haliyleİngiliz Katoliklerine uygulanan baskı ve şiddet, İspanya ve Fransa'nın Katolik hükümdarlarına, İngiltere'ye karşı kutsal bir savaşa ilan edebilmeleri için iyi bir sebep sağlamış olur. Roma-Germen İmparatoru V.Karl ve Fransa Kralı I.François, bizzat Papa tarafından, Henry'nin uzaktan akrabası olan Plantagenentli Kardinal Reginald Pole'u (Mark Hildreth) Katolik yönetimini yeniden kurup Henry'nin yerine tahta çıkarmak amacıyla İngiltere'yi ortaklaşa işgal etmeye çağırır. Aslında hem Kral 8.Henry hem de Thomas Cromwell tarafından fazlasıyla korkulsa da İngiltere'nin işgali gerçekleşmez.
Henry'nin Jane Seymour ile evlenmesinden bir yıl sonra uzun zamandır beklediği oğlu dünyaya gelir; 1.Edward. Henry inanılmaz mutlu olsada Jane Seymour ağır bir hastalığa yakalanmış ve bir daha uyanmamak üzere yatmaktadır. Edward'ın doğumundan 12 gün sonra Jane Seymour iyileşemeyerek ölür. Henry adeta yıkılmıştır, derin bir buhrana girip kendini tecrit eder.
Henry içine düştüğü bunalımından kurtulup yeniden evlenmeye karar verdiğinde, sevgili danışmanı Thomas Cromwell, İngiltere'nin diğer Protestanlarla bağlarını yeniden kurmak için onu Alman Anna von Kleve -İngiltere'de söylendiği haliyle Cleves'li Anne- ile bir evliliğe yönlendirir. Fakat Henry Anne (Joss Stone) ile gerçekten tanıştığında onu fena halde çirkin bulur hatta 'At' olmakla suçlar. Henry ile Clevesli Anne'in evliliği altı ay sonra sona eren bir başarısızlığa dönüşür. Evlenmeyi artık hobi haline getiren Henry'nin yeni gözdesi yalnızca 17 yaşındaki Catherine Howard (Tamzin Merchant) olur. Üçüncü sezonun finalindeyse hayatını yitiren en önemli kişi Thomas Cromwell'dir.
Protestanlar ve Katolikler arasındaki rekabet ve çekişmeler her zamankinden daha kötüykn, Henry tüm bunlardan bıkmış gibidir. O muazzam öfkesi hala yerinde olsa da ve nezaketini de sergiler. 'Dikensiz bir gül' olduğunu düşündüğü Catherine Howard ile olan evliliği sayesinde kendisinin de gençliğini ve canlılığını yeniden yaşayabileceğini düşünür fakat giderek enfekte olan bacağı Henry'nin tadını kaçırmaya devam eder.
Henry dışarıdan bakınca aleni neşesine rağmen, geçmişte yaptıklarından dolayı bir miktar pişmanlık duymaya başlar ve özellikle de eşleri için üzüntü duyar. Kızları Mary ve Elizabeth'in büyümesini izlerken, anneleri Catherine ve Anne'nin trajik sonlarını hatırlar; biricik oğlu Edward'ın gelişmesini izlerken, Jane'in kaybını hatırlar; bir zamanlar korkunç baskılar uyguladığı Kuzey illerinden kalabalıklar onu neşelendirmeye geldiğindeyse kapısının önünde yalvaran ve hasta vatandaşlarına nimetlerini verir, sadaka dağıtır. Fakir mahkumları serbest bırakır ve affeder. Şaşırtıcı bir şekilde Thomas Cromwell'in yasını tuttuğunu söyleyecek kadar ileri gider lakin bunun nedeni esas olarak Cromwell'in hükümeti iyi yönetmesidir. Yıllar önce Monte Cristo Kontu'nda izleyip beğendiğim James Frain'i dönem yapımlarına kesinlikle yakıştırıyorum.
Henry daha insancıl ve merhametli davranmaya başlasa da, eşi Catherine'in geçmişi ortaya çıktığında bu durum kesintiye uğrar. Catherine'in yalvarmalarına rağmen Henry evliliklerini soğukkanlılıkla fesheder. Yaptırdığı araştırmalarda Catherine'in kendisini aldatmaya teşebbüs ettiği ortaya çıkınca, Henry bir kez daha karakteristik öfkesine kapılır ve işlerine karışan herkesi idama mahkum eder. Genç Catherine Howard hayatından çıkınca Henry'nin aklına sanki gene savaş çıkarmak gelir ve önce İskoçya daha sonra Fransa ile savaşmak ister.
Son sezona geldiğimizde artık az biraz yaşlanan yüce kralımız 8.Henry İskoçya'ya karşı başarı elde edince sıradaki hedefin Fransa olduğuna ikna eder kendini ve sonunda Roma-Germen İmparatoru 5.Karl ile yeni bir ittifak kurar. Ordusunu toparlayıp Fransa'ya ilerleyen Henry, Protestan eşi Catherine'i yokluğunda yerine naip olarak bırakır. Fransa'ya yelken açan Henry yetki verdiği biricik arkadaşı Suffolk Dükü Charles Brandon'ın yardımıyla hızla Boulogne şehrini kuşatır. Uzun ve maliyetli bir kuşatmadan sonra şehir nihayet düşer. Ancak ingilizler zaferlerini keyifle kutlayacak durumda değildir. Burada devreye biz giriyoruz :) Şöyle ki Fransızlar ve Türklerin anlaştığı ve müttefik oldukları öğrenilince, Roma-Germen İmparatoru ve İspanya Kralı Henry'yi Fransa'ya karşı ittifaklarına katılmaya ve Fransa'yı işgal etmeye ikna etmeye çalışırlar. Fransa'nın kuzeyindeki zaferi ülke bütçesine bayağı zarar vermiş olsa da bundan çekinmeyen Henry büyük zaferini kutlayarak İngiltere'ye döner.
Henry ülkesine döndüğünde gene eski mevzularla yüz yüze gelir: Katolik ve Protestan çekişmesi halen devam ediyordur. Sonunda aile hayatını güvence altına almayı başarmıştır ama diğer yandan da Henry'nin sağlığı hafiften kötüleşmeye başlar. Gözbebeği oğlu Edward'ı doğal varisi kabul etse de bu noktada da bir ikilik vardır: Protestanlar Henry'nin oğlu ve yasal varisi Prens Edward'ı desteklerken, Katolikler en büyük kızın Prenses Mary onun yerine onun yerine geçmesini talep eder. Tam da bu sıkıntılar sürerken Charles Brandon hayatını kaybeder...
Kardeşi gibi gördüğü, hayatta belki de ona en yakın olmuş sayılı kişilerden biri olan Charles Brandon'un kaybı Henry'i derinden yaralar. Charles için yas tutarken geçmişin hayaletleri de bir bir peşine düşmeye başlamıştır: Aragonlu Catherine, Anne Boleyn ve Jane Seymour. Her biri onunla konuşur ve üç mirasçısına ne olacağına dair ipuçları verir. Ölümlü olduğunu hatrlamaya başlayan Henry, Edward'ı taht konusunda güvene aldığından içi biraz rahatlamıştır. Ünlü sanatçı Holbein'a bir de portresini yaptıran haşmetli kral Henry 28 Ocak 1547 tarihinde 55 yaşındayken ölüyor. Protestan inancını benimseyip yaymaya çalışsa da, Anglikan kisisesini kurmuş olsa da bence öldüğünde Katolikti. Kendisinden sonra ise sevgili oğlu Edward tahta geçiyor ancak genç yaşta ölümüyle, yerini ablası 1.Elizabeth alıyor, bunu biliyoruz :)



Efendim şimdi de isterseniz dizinin önemli kişileri hakkında birkaç kelam edip kapatalım bu uzun yazıyı :) Başlıyorum :)
Aragonlu Catherine : 8.Henry'nin ilk eşi olan İspanyol Catherine'i Maria Doyle-Kennedy canlandırdı. Sarayda yalnız kalan Catherine'in tek dostu İspanya elçisi Mendoza'ydı; öyle ki kendi İspanyol nedimelerini bile casusluk nedeniyle yanında tutmasına izin verilmedi. Henry ile boşandıktan sonra da sürgüne gönderildi. Dirayetli biriydi.
Anne Boleyn: Henry'nin yıldırım aşkıyla vurulduğu, Fransa'da aldığı eğitimiyle ışıldayan ve Natalie Dormer tarafından başarıyla canlandırılan Anne Boleyn'i izlemek tam anlamıyla büyük keyifti. Akıllı ve stratejikti; aslına bakarsanız Henry'e bağımsız bir kilise kurma fikrini veren kişiydi. Güzel ve hırslıydı, bunu da canıyla ödedi. Kucağında minik kızı Elizabeth ile Henry'e canı için yalvardığı yerde üzülmüştüm. Hapsedildiği zindanda yaşayacağına dair umudunu son ana kadar koruması içimi burkmuştu. Henry'nin getirdiği yeni Protestanlık inancını benimseyen belki de tek kraliçeydi.
Jane Seymour : Anne Boleyn'in ardından Henry'nin aradığı durgun ve sakin bir limandı. Siyasete karışmazdı, dindar (Katolik) ve anaçtı. Henry'nin tüm çocuklarıyla ilgilendi ve ona e çok istediği şey olan erkek varisi 1.Edward'ı dünyaya getirdi. Karakteri canlandıran oyuncuların (Anita Briem ve Annabelle Wallis) güzelliğine doyamadık.
Clevesli Anne : 8.Henry'nin deyimiyle 'At'. Neden böyle dedi hiç bilmiyorum çünkü şarkıcı Joss Stone tarafından güzelce canlandırılmıştı. Aşkları kısa sürse de sonrasında dostluğa dönüşmüştü. Protestan inancından olması sebebiyle, Henry onun halka örnek olabileceğini düşünmüştü ama ömrü vefa etmedi.
Catherine Howard : Gençliği ve güzelliğiyle kısa sürede Henry'nin gözdesi olsa da düşüşü de aynı hızda oldu. Yetimhaneden gelen bir kimsesiz olarak talihi yüzüne fazlaca gülmüştü ancak bunun kıymetini bilemedi. O kadar çocuksu, o kadar olgunlaşmamış ve her şeyi neredeyse oyun zanneden biriydi ki aslında Henry'nin kızı gibi duruyordu. Katolik inancındandı ancak dini mevzularla ilgilenmezdi; bunun yerine giyim kuşam ve eğlence gibi dünyalık şeylerle ilgilenirdi. Henry'nin aklında oluşan şüphelerin bedelini canıyla ödedi. Karakteri güzel canlandıran Tamzin Mercant bu rolde tatlıydı.
Catherine Parr : Benim beğendiğim bir karakter olan son kraliçe Catherine Parr yine sevdiğim bir oyuncu olan Joely Richardson tarafından başarılı canlandırılmıştı. Türlü saçmalıklardan bıkmış Henry'nin aradığı bilge kraliçe oydu. Hem saray efradını hem de kraliçeliği ve kralın çocuklarını iyi idare etti. Her şeyiyle tam Henry'nin istediği gibiydi; akıllı, ağırbaşlı, yol yordam bilen, dindar ve Protestan.
Margaret Tudor : Sevgili 8.Henry'mizin küçük kardeşi. Canlandıran oyuncu Gabrielle Anwar güzeldi. Henry tarafından önce Portekiz kralının eşi olmak için buraya gönderildi. Charles Brandon'a aşık olan Margaret, Portekiz'i müttefik olarak elinde tutmak isteyen ağabeyi Henry'nin bu durumu onaylamadığını görür. Daha sonra ikili evlense de Margaret verem hastalığından genç yaşta ölür.
Charles Brandon : Kralın en iyi ve en yakın arkadaşı olan Suffolk Dükü. Margaret ile evlenmesi dışında Henry tarafından hep sevildi ve güvenildi. Oldukça çapkın biri haliyle yer yer izlerken sinirlenebilirsiniz. Daha sonra iyi bir aile babası ve devlet adamı oldu, üçüncü sezonda çıkan ayaklanmayı bastırırken görev verildi. Zaten Henry Cavill tarafından canlandırılmış, beğenmemek gibi bir durum olamazdı. Kendisi Jonathan Rhys-Meyers ile birlikte tüm bölümlerde oynayan ikinci oyuncu.
Henry Tudor : Ne söylesek bir şeylerin eksik kalacağı, ilk bölümden son ana kadar muazzan bir oyunculuk sergileyen ve adını altın harflerle yazdıran bir Jonathan Rhys-Meyers var elimizde. 8.Henry ibi sevimsiz bir tombik Rhys-Meyers tarafından canlandırıldığı için ne kadar mutlu olsa az gelir. Yalnızca halkı değiz, izleyici olarak bizler de 'Henryler içinden bir onu seçtik, iktidarı ona, biz ona verdik' Tüm Altın Küre ve Emmy ödülleri en doğal hakkıdır kendisinin.
Her karesi emek emek dokunmuş bir dizi The Tudors, şimdiki yapımlar gibi mekansız ve yeşil perde önünde az maliyetle bir şey değil, gerçek oyuncular ve gerçek bir anlatım var. Örneğin daha önceden 'The Other Boleyn Girl' filmini izlemiştik ama The Tudors'u görünce filmde her şeyin ne kadar hızlı geçildiğini anlıyorsunuz. Zamansız bir dizi bence mutlaka izleyin. Bir sonraki yazıda görüşürüz!

Yorumlar

  1. İzlediğim en güzel dönem dizilerinden biriydi, akıcı ve sürükleyiciydi. Ahh Anne Boleyn 🥺 o sonu hiç haketmemiştin iki gözümün çiçeği 😭 Ellerinize emeğinize sağlık 🥰🙏🏻

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bunları Okumuş Muydun?