Seyir Defteri #187 : Equilibrium

Merhaba! Hep gördüğüm ama fırsat bulup da izleyemediğim, pek de sevmediğim bilimkurgu türüne ait ancak içinde Christian Bale barındırdığından bahane bulmayıp nihayet izlediğim bir filmi önereceğim izninizle; karşınızda Equilibrium.
Equilibrium, Latince denge anlamına geliyor ama filmin adı dilimize daha isabetli bir şekilde 'İsyan' diye çevrilmiş. 2002 yapımı filmin yönetmeni Kurt Wimmer. İzlerken bildiğiniz bilimkurguları ve distopyaları gözden geçiriyorsunuz 'biraz şu gibi biraz da bu gibi' diyebilirsiniz ama bu film popüler benzerlerinden daha eski tarihte çıktığı için zamansal olarak avantajlı.
Başrollerindeyse birçok filmini önerdiğimiz Christian Bale (The Pale Blue Eye, Empire of the Sun, Hostiles, Harsh Times, The Flowers of War, Rescue Dawn, Public Enemies) var, yardımcı rollerdeyse Sean Bean, Emily Watson, Taye Diggs, Angus MacFadyen ve ünlü Prison Break dizisinden anımsayağınız William Fichtner ile Dominic Purcell var. 110 dakika süren film aynı dönem mahsulü Matrix serisini anımsatsa da (ki be de aynı sebeple şimdiye dek izlememiştim) bir şans vermeye kesinlikle değen, sürükleyici bir yapım.
21. yüzyılın başlarında üçüncü bir Dünya Savaşı çıkmış ve bu savaştan sağ kurtulabilenler olası bir dördüncüsünden asla kurtulamayacaklarını düşünmüş. Bir kez daha böyle şeylerin yaşanmaması amaçlanmış. 2070'li yıllara doğru Libria adlı bir ülkede -ki adı özgürlüğü ya da kitapları çağrıştırdı bana- insan davranış ve duygularını savaşların sorumlusu olarak gördüğünden totaliter bir yönetim benimsenmiş.
Libria ülkesi gayet gri ve soğuk bir yer. Bu durum vatandaşların giyiminden, davranışlarına, yaşadıkları yerden, yaptıkları işe kadar her alanda gözlemlemek münkün. Düzeni sağlayanlar ise dini bir kavram gibi dursa da öyle olmayan Rahipler (Clerics) adlı kişiler. Dev ekranlarda sürekli olarak Baba (Father) adındaki liderin sonsuz demeçleri yayınlanıyor, Baba halka daima üstten bakıyor, gökyüzünde üzerinde 'Baba'nın resmini taşıyan Zeplinler uçuyor.
Düzeni devam ettiren bir diğer şey ise insanlara duygularını yok etmek amacıyla düzenli olarak kullanmaları zorunlu olan Prozium ilacının verilmesidir (Prozium sözcüğü de bana 'Prozac Nation' filmini anımsattı). Rahipler özel olarak eğitilmişle ve normal insanlara kıyasla hem fiziksel olarak daha güçlü hem de çok daha etkili silah kullanıyor. Ancak bu duruma karşı koyan ve erişebildikleri silahlarla direnen kişiler de mevcut. Rahipler ise istedikleri gibi direnişçilerin ve herkesin evine girebiliyorlar, sık sık baskınlar düzenliyorlar. Özel hayat ya da konut dokunulmazlığı da yok anlayacağınız.
İşte ortam böyleyken kahramanımız Rahip John Preston (Christian Bale) iki çocuklu bir baba. Rejime inanan ve sonsuz bağlılık duyan John Preston ortağı Errol Partridge (Sean Bean) ile her gün baskınlar yapmakta ve yakaladığı tüm direnişçileri ortadan kaldırmaktadır.
Geçmişte eşi Vivian Preston (Alexa Summer) da Prozium kullanmadığı ve insani hisler taşıdığı gerekçesiyle infaz edilmiş ve John Preston bunu olumlu karşılamıştır, sisteme bağlılığı bu düzeydedir.
Biliriniz böyle durumlarda kahramanımızın dönüşüm geçireceği bir an olur. John Preston için bu an evine baskın yaptıklarında gördüğü Mary O'Brien (Emily Watson) ile karşılaştığı andır. Her duygunun ve insani hissiyatı yasa dışı ilan eden ve onları baskılayan yönetime derinden bağlılığı olan, yıllardır soğukkanlılığını muhafaza eden, sistemden şüphe etmeyen Preston'un düşünceleri değişimin arifesindedir.
Gizlice ilaçlarını kullanmayı bırakan Preston, sahip olduğunu hiç bilmediği duyguları hakkında kendini sorgular. Prozium kullanmaya mı devam etmelidir yoksa bu yeni hali mi daha iyidir?
Sorgulayıp infaz etmesi gereken Mary O'Brien'a karşı duyguları olduğunu yadsıyamayacağına karar verir. Fakat bu durum ikisi için de tehlikelidir.
Preston, geçmişte distopik yönetimin herkese söylediği gibi, tüm duyguların kötü ve yozlaşmış olmadığını öğrenmiştir. Ancak bir rahip olarak yönetim karşı örgütlenen direnişçileri infaz etmek için yeraltına girme izni ister. Preston aslında normal insanları ve bilhassa kendini keşfetmek istemektedir. İçindeki ilk insani hislerinden biri olan hayvan sevgisini fark edince sevimli bir tüylü dostumuzun canını kurtarır.
Bugünlerde bu film yeniden keşfedilirse eğer ya bir yeniden çekim yapılır yahut bir diziye dönüştürülebilir. Ama bir yandan da 'pempe' soslu Netflikşşş tadında bir şeye dönüştürürler diye şöyle bir ürkmüyor değilim.
Ben geç de olsa izledim ve beğendim doğrusu sizlere de öneririm. Bir sonraki yazıda görüşürüz!

Comments

Bunları Okumuş Muydun?