Seyir Defteri #42 : Tess d'Urbervilles

Tünaydın! Seyir defterinin kırk ikinci, yeni yılın ilk yazısından herkese merhaba! Bugün Thomas Hardy'nin meşhur romanının Bbc uyarlamasıyla karşınızdayım.
Ekim ayında sevgili kardeşimle izlediğimiz ve ziyadesiyle beğendiğimiz Tess of the d'Urbervilles dört bölümlük 2008 yılı ürünü bir mini dizi. Başrolünde birçok filmini izlediğimiz ve en bilindik rollerinden biri 2008 yapımı James Bond filmi Quantum Of Solace'daki Bond kızı Strawberry Fields olan Gemma Arterton var. Kendisine Eddie Redmayne ve Hans Mattheson eşlik etmiş. İngiltere'nin şu ünlü Victoria ahlakının zuhur ettiği zamanlarında geçen ve inanılmaz kötücül bir ortamda hayatta kalmaya çalışan Teresa Durbeyfield'ın hayat hikayesi bu.
Gemma Arterton sinema oyuncusu ayrıca dönem dönem tiyatro oyunlarında da yer alıyor ve bu onun sayılı ekran işlerinden biri. Kendisini en son karantina döneminde yayınlanan Black Narcissus dizisinde izledim. BBC ile işbirliği yaptığı bu dizide şahane bir performans ortaya koymuş. İyi ve kötü adamları oynayan Hans Mattheson ve Eddie Redmayne da hakeza iyiler.
Bu eserin bir de Roman Polanski yönetiminde 1979 yılı yapımı film uyarlaması var, dilerseniz ona da bakabilirsiniz.
Büyük Buhran olarak da adlandırılan bu dönemde aslında ahlaktan çok katı bir ahlakçılık hüküm sürüyor ve din kuralları tüm toplum yaşamını dolduruyor. Thomas Hardy olaylara yer olarak Wessex kentini seçmiş, ki buraya da uçsuz bucaksız kır ve doğa hakim. Keyifbozanlar başlasın.
Teresa Durbeyfield (Gemma Arterton) ya da kısaca Tess fakir bir çiftçi ailesinin kızıdır. Ufak bir evde iyi kötü yaşamaktadırlar.
Kalabalıkça ailesi tarım işlerinde çalışmakta ve diğer işçi arayan yerlere de gündelik işe gitmektedir. Tüm yörenin genç kızlarının katıldığı Mayıs şenliğinde dans ederken Angel Clare'i (Eddie Redmayne) görür Tess.
Büyük bir çiftlikleri olan ve babası saygıdeğer din adamı kimliğiyle bilinen Angel yaşça kendinden büyük iki kardeşiyle oradan geçiyordur. İnançlı olmakla birlikte kiliseye katılmak gibi bir niyeti olmayan ve kendine ait kocaman bir çiftlik kurmak isteyen Angel oradaki kişilere genel olarak şöyle bir bakmıştır ancak Tess ondan hoşlanmıştır. Belirtmeliyim ki Eddie Redmayne'ın canlandırdığı karakterin adının Angel olması ilk başta çok tuhaf gelmişti ama sonra alıştık :)
Bir gün Tess'in babası John Durbeyfield iş dönüşü Peder Tringham'a rastlar. Peder Bay Durbeyfield'a aslında fukara olmayabileceklerini, çünkü kilisede tutulan aile kayıtlarında Durbeyfieldların soyunun aslında Normandiyalı asil bir aile olan d'Urbervilles soyundan gelmiş olabileceğini ve eğer bu durum doğruysa kendilerine toprak miras kalmış olmasının da söz konusu olabileceğini söyler.
Pederin söyledikleri aklına yatmış olmalı ki John Durbeyfield bu durumu ararştırır ve gerçekten de kendilerine ufak bir arazinin kaldığını öğrenir. Yalnız bu arazi tarla değil mezarlıktır ve üzerinde de Normandiyadan çıkıp İngiltere'ye gelen d'Urbervilles hanesinin ölmüş üyeleri yatmaktadır. Ancak varlıklı akrabaları vardır ve soy bağı ıspatlanması durumunda onlar Durbeyfieldlara el uzatabilirler.
Bunun üzerine aile iki göz evlerinde aslen Normandiyalı olduklarını ıspatlayacak herhangi bir eşya aramaya başlarlar. Bula bula üzerine hanedanın arması işlenmiş bir kaşık bulurlar.
Bunun üzerine Tess ailesi tarafından akrabalık bağını kanıtlamak için şehre gönderilir. En güzel tek giysisini giyen Tess vardığında d'Urbervilles olarak Bayan d'Urbervilles ve oğlu Alec d'Urbervilles (Hans Mattheson) dışında kimseyi bulamaz. Kocaman bir malikhanede yaşamakta olan Bayan d'Urbervilles yaşlıdır ve gözleri de görmemektedir haliyle derdini anlatabileceği Alec d'Urbervilles dışında kimse yoktur.
Gayet varlıklı, rahat tavırlı ve özgürlüğüne düşkün biri olan Alec Tess'i dinler ve ona bir iş önerir. D'Urbervilles malikhanesinde yatılı olarak çalışacak olan Tess aslında burada kalmak istemez ama ailesi onu kalması için teşvik eder çünkü Alec'in ileride belki de Tess ile evlenebileceğini umarlar.
Alec ise Tess'i kırmamakla birlikte onların Normandiya kökenli olamayacağını çünkü bu durumun yanlış soyadı telaffuzundan kaynaklanan bir yanlış anlaşılma olabileceğini lakin yine de burada kalıp çalışmasının mümkün olduğunu anlatır. Böylelikle ona da gönül eğlendirme malzemesi çıkacaktır ne de olsa.
Tess'in içinde bulunduğu zor durumdan faydalanmakta beis görmez Alec. Tess bir çocuk saflığıyla ona güvenmiştir ama ne yazık ki bunun sonucunda bir çocukla baş başa kalmıştır. O dönemde söylendiği biçimiyle ailesine utanç getirmiştir. Babası kahrından sarhoş olmakta annesiyse iki gözü iki çeşme ağlamaktadır. Alec yüzünden tüm dünyası başına yıkılmıştır...
Bu bebeğe gizlice kendi evlerinde bakmaya çalışırlar. Ne var ki bebek kısa sürede ölür. Tess kiliseye gider ve Peder Tringham'dan bebeğini kutsamasını ve dini usullere uygun gömmesini ister fakat reddedilir. Bunun üzerine Sorrow (Acı) adını verdiği çocuğunu kendisi kutsar ve gömer. Küçücük mezarına eliyle topladığı çiçekleri koyar ve geçmişinin bilinmediği bir kasabada çalışmak üzere yola çıkar.
Tess'in çalışacağı bu yeni mandırada birçok kız çalışmaktadır ve Tess de burayı sever. Ayrıca Izzy, Retty ve Marian adında arkadaşlar da edinmiştir. Burayı sevmesinde bir neden daha vardır: Angel Clare de buradadır. Çiftlik işlerinin nasıl yürüdüğünü öğrenmek için burada bulunan Angel da zamanla Tess'i sevmeye başlar ve ona evlenme teklif eder. Tess ne diyeceğini bilemez, bir yandan eskiden yaşadıklarının asla peşini bırakmaycağını düşünmekte diğer yandan Angel'ı delicesine sevmektedir. Tess yaşadıklarını ona anlatmak ister ama Angel dinlemez. Hiçbir şey umrunda değildir ve yalnızca Tess ile evlenmek istediğini belirtir.
Angel Clare'in ailesinin pek de gönlü olmamasına rağmen evlenirler (evlilikleri esnasında iki taraf da kilisede bulunmadılar) ve balayını geçirmek üzere Normandiyalı meşhur büyüklerinin şatosuna giderler.
Clare ailesi evlilik törenine gelmemekle birlikte Tess'e oldukça pahalı hediyeler yollar. Tess böyle şeylere alışık olmadığından bunları takmak istemez ama Angel'ın ısrarı üzerine takar.
Tess daha sonra yine Angel'a Alec ile arasında geçenleri anlatmak ve bağışlanmak ister. Bu kez olup bitenleri dinleyen Angel -ki kendisi de geçmişte uygunsuz bir ilişkisi olduğunu itiraf etmiştir- fena halde sinirlenir ve hayal kırıklığına uğrar. Tess ağlar üzülür ama elinden bir şey gelmez. Angel'ın daha fazla üzülmesini istemeyen Tess ondan kendisini boşamasını ister. Tam bir Yeşilçam filmi…
Angel bunun mümkün olmadığını çünkü kilisenin buna izin vermeyeceğini söyler. Ayrıca daha fazla Tess ile kalmak istemez. Öfkeyle doludur. Aklında Brezilya'ya gitmek ve orada ticaret yapmak belki de çiftlik kurmak tarzı bir düşünce vardır Angel'ın. Seyahatini ayarlar ve Tess'i ailesinin yanına göndermek üzere şatodan ayrılırlar.
Tess'e iki yıl yetecek miktarda para ve düğün takılarını veren Angel, kendisini aramamasını tembihleyerek -nadiren mektup yazmasına izin vermiştir- ailesinin yanına uğrar. Tess ile mandırada çalışan Izzy de Angel'ı sevmektedir. Bunu bilen Angel ona kendisiyle birlikte Brezilya'ya gelmesi için ısrar eder. Izzy onu sevdiğini ama bu dünyada onu Tess'den daha çok sevecek kimse olmadığını söyler. (Teddytör notu : Kız kardeşçilik kazanacak uleeen!) Bunun üzerine Angel Clare İngiltere'den ayrılır. Tess eve döner ancak parası bitince yeniden çalışmak zorunda kalır. Marian bir çiftlikte zorlu şartlar altında çalışmaktadır ve Tess de oraya gider. Bir süre sonra Izzy de gelir. Bu çiftlikte işler ağır olduğu gibi ücret de azdır. İnanılmaz soğuk bir havada tamamen el gücüyle çalışan kadın tarım işçileri... Yatılı çalışan oldukları için bir barakada kalıyorlar ve ateş yanmıyor burada... Ustaların zorbalığı var bir de.
Tess eşinin ailesinden yardım istemek üzere gider. Yolda Felix ve Cuthbert'e (Angel'ın ağabeylerine) rastlar. Tanıştırılmadıkları için onlar Tess'i tanıyamaz ama Angel'la olan evliliğinden olumsuz konuştukları için Tess onları tanır. Bunun üzerine ne onlara ne de Bay ve Bayan Clare'e yaklaşma cesareti gösteremez. Üstüne bir de kendisi için oldukça önemli olan kışlık ayakkabılarını kaybeder. Geri dönerken gezgin bir din adamının vaazlarıyla insanları iyiliğe teşvik ettiğini duyar. Tess bu din adamını gördüğünde gözlerine inanamaz. Bu kişi Alec d'Urbervilles'dir.
James Clare'den (Angel'ın babası) öğrendikleriyle artık dindar birine dönüşen Alec d'Urbervilles Tess'i gördüğüne inanamaz. Tess de oldukça sarsılmıştır. Alec ona inançsal olarak yardım edebileceğini ve o eski Alec olmadığını söyler. Tess ise ona uzak durmasını ve artık kilisenin anlattıklarına inanmadığını söyler. Alec Tess'in adeta kafire dönüştüğünü ve kendisini yoldan çıkarmamasını söyler. İnanılır gibi değil…
Alec hiçbir şeyde olmadığı gibi inancında da samimi değildir. Hayattaki her şey oyun gibidir ona göre. İnancını ve din adamlığını anında kaldırır ve bir kenara atıverir. Yeniden Tess'in peşine düşen Alec çalıştığı yeri bulur. Tess'in Alec ile görünmesi yeniden dedikodulara yol açar. Diğer erkeklerden de olumsuz tavırlar görür Tess. Hele kırsalda birkaç insanımsı varlık tarafından neredeyse taşa tutulacak bir hale gelir. Kendini onlardan korumak için yüzünü kanatıp çamurlara bulandığı vakit, o zamanlar İngiltere'sinin adeta bir Ortadoğu olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.
Ancak Alec'in niyeti bu kez ciddidir. Kiliseden evlilik belgesi almıştır ve Tess ile yasal olarak evlenmek ister. Tess bunu reddeder zaten evli olduğunu belirtir. Bunun üzerine eşinin nerede sorgular Alec ve Tess'in kendisine büyü yaptığını söyler. Bu arada evden de kötü haberler gelmektedir; hem annesi hem de babası kötü durumdadır. Tess hemen eve döner.
Annesi iyileşmeyi başarmıştır ancak babası beklenmedik şekilde ölür. Bunun üzerine ailenin oturduğu evden çıkarılması söz konusu olur. Oturdukları ev bile kendilerine ait olmayan zavallı Durbeyfieldlar buz gibi havada ortada kalmıştır. Alec yardım eli uzatır; tüm ailenin kendi malikhanesinde dilediği kadar kalabileceğini belirtir ve evlilik teklifini yineler. Tess reddeder fakat bir çıkış yolu da göremez. Ona durumunu ve sevgisini anlatır, içtenlikle yardım ister (Angel Brezilya'da hastalığa tutulup yataklara düşmüştür dolayısıyla cevap vermesi mümkün değildir ayrıca mektuplar ona ulaşmamıştır). Angel’dan bir türlü haber alamayan Tess onun kendisine hiç de adil davranmadığını düşünmeye başlar ve onu unutmaya karar verir.
Normandiyalı büyüklerinden miras kalan mezarlık arazisinde kalmaya başlayan Durbeyfieldlar kendilerine bir oda kiralamak isterler ama parasızlıktan dolayı gerçekleşmez bu. Alec ona yeniden kendisiyle birlikte yaşayabileceklerini, eğer Tess yine kabul etmezse bu hususu Bayan Durbeyfield'la konuşacağını söyler. Şatodaki ölmüş atalarının lahitlere bakan Tess, onların yerinde olmayı diler; evet ölülerin yerinde olmayı...
Angel biraz olsun iyileşince hemen ülkesine geri dönmeye karar verir. Düşündükçe eşini terk etmesinin yanlış olduğunu anlar. Kendisini affettirmek isteyen Angel Tess'i bulamaz, annesiyle konuşur. Bayan Durbeyfield kızının artık deniz kenarında yer alan yeni ve şık Sandbourne kentinde yaşadığını söyler. Şaşıran Angel onu bulmak için söylenen yere gider. Tess burada oldukça büyük bir evde artık Bayan d'Urbervilles olarak yaşamaktadır.
Angel af diler her şeye yeniden başlamak ister ama Tess ona çok geç olduğunu söyler, gitmesini ve asla geri dönmemesini ister. Tess ve Alec onun ısrarı üzerine birlikte yaşıyordur ama Tess bu durumdan hiç de hoşnut değildir. Angel gidince gene tartışırlar ve Tess onu Angel'ı ikinci kez kaybetmesine sebep olmakla suçlar. Kavga şiddetlenir. Tess Alec'i öldürür.
Tess hızla evden ayrılır ve Angel'ı bulmaya çalışır. Ona ikisinin de hayatının mahvolmasına neden olan adamı öldürdüğünü söyler. Angel duyduklarına inanamaz. Bütün bunlara asıl kendinin sebep olduğunu söyleyerek Tess’den özür diler. Bir yandan da durumun farkında olan Angel kaçmaları için bir plan yapar ve en kısa sürede önce Londra'ya hemen sonra da Fransa'ya geçmelerine karar verir.
Angel'ın plan dahilinde nihai olarak Paris'e varmayı ve orada mesut bir yaşam sürmeyi hayal ederler. Kavuşmaları bin türlü felaketin ardından gerçeklen Tess ve Angel bu süreçte birbirine daha da bağlanır. Ne var ki iş ciddidir ve bir an önce kaçmaları elzemdir. Ancak büyük bir hata yaparlar ve bir konukevinde kalmaya karar verirler.
Cinayetin duyulmasının ardından burada görülen çift, geceyarısı apar topar buradan kaçarlar. Yaya olarak uzaklaşmaya çalışırken yolları ünlü Stonehenge'e de düşer. Bu kısımlar apayrı şahaneydi doğrusu.
Geç bulunan ancak çabuk yitirilen bir aşk... Ah Teresa içimizi yaktın yeminle...
Çok keyifbozan verdim, benden bu kadar. En kısa zamanda kitabını da okumayı düşündüğüm bu eserin Bbc uyarlamasını bence izlemelisiniz. Ben başta da belirttiğim gibi kardeşim Esma ile Ekim ayında izlemiştim; ikimiz de çok beğendik ve fazlasıyla üzüldük. Zavallı Teresa Durbeyfield. Nerede o bahar şenliğindeki kız...
Ve şimdi bir güzellik: Bugün dünyaya gelmiş olan en tatlı minik baharat, Esma, iyi ki doğmuşsun, iyi ki kardeşimizsin ! Gerçek bir pastanın yerini tutmaz ama bu hayali pasta ve mum senin için! Nice mutlu yaşlara!
İşte böyle sevgili okurlar. Bir sonraki yazıda görüşürüz!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?