Eye Of The Teddy : Ocak Edition

Tadaima, minna!
Geçen yılın son yazısından hatırlayan varsa, aylık bir bülten yapma kararı almıştım. Kısaca belirtmem gerekirse neler okuduğumu, neler izlediğimi ve neler satın aldığımı yazmak istedim. Sene sonunda neler izlediğimi yazayım diyorum, hepsini unutmuş olduğumu fark ediyorum. Geçen yılı ziyan ettim bu yıl da aynısı olsun istemiyorum. Bu yüzden kendimi daha çok okumaya ve daha çok izlemeye teşvik edebilmek adına böyle bir karar aldım. Satın aldığım şeyler kısmı da, incelemem gereken bir şey olduğunda kolayca hatırlamak için. Her ayın son günü sizlerle olacağım demek oluyor bu da :) Verimli bir insan olmaya çalışmak çok zor be :D
Neler okudum? Cümlenin çoğulluğu sizi aldatmasın, çok bir şey yok. Çünkü elimde hala geçen yıl başladığım kitabım var. Nikos Kazancakis’in ‘’Allahın Garibi’’ isimli kitabını okuyorum, Nadir Kitap’tan alınmış temiz bir ikinci el. Zaten yeni baskısı olmadığı için, başka şansım yoktu. Can yayınları keşke bendeki seri ile aynı kapak tasarımında yeni bir baskısını çıkarsa da alsam… Sanırım ulaşabileceğim son Kazancakis kitabı olduğu için de ağırdan alıyorum biraz. Bir diğer faktör de -diğer kitaplarından farklı olarak bir azizin hikayesini anlattığı için- fazlaca dini atmosfer olması, kitabı tekrar elime alma isteğimi öldürüyor. Francesco’nun delilikleri her sayfada daha da artıyor ve ben okurken sinirleniyorum artık. Kazancakis’i okumaya bu kitapla başlayıp kendisinden soğumanızı istemem, peygamber sabrı yoksa bu kitaba hiç bulaşmayın zaten. Üç kitap daha okudum bu ay. Yaşar Kemal’den ‘’Yılanı Öldürseler’’ ve ‘’Tek Kanatlı Bir Kuş’’ ile, Gabriel Garcia Marquez’den ‘’Albaya Mektup Yok’’. Üçü de kısa ve akıcı kitaplardı, birkaç saatte bitirebilirsiniz. Bazen uzun ve yorucu kitaplardan sonra çerez niyetine kısa ve akıcı kitap okumaya ihtiyaç duyuyorum ben. Koyduğum hedefe ulaşmak için ufak bir ara gaz diyebiliriz :)

Neler izledim? Bu kısımda coşturdum diyebilirim işte. Benim resmen anime izleyesim gelmiş, shoujo’ya susamışım… Ancak çizimi ve hikayesi güzel, akıcı anime bulmak zor… Şansıma, bulduklarımın hepsi gözüme hitap ediyordu ve hikayeleri de çok güzeldi. Hele bir tanesi vardı ki tüm zamanlar içinde en sevdiklerim arasına girmiş olabilir. Bunlardan kısa kısa bahsedeceğim yazının ilerleyen kısımlarında. Bir de bir TV şovuna takılıp kaldım ki sormayın… RuPaul’s Drag Race, yemek yerken bir şeyler izleyeyim diye aranırken karşıma çıktı. Açıkçası bu kadar saracağını düşünmüyordum ama kaos ve eğlencenin bir arada olması, ve RuPaul’un diva tavırları beni çekti epey. 13 sezon oluşu başta gözümü korkutmuştu, ama her sezon akıp gidiyor. İkinci sezon biraz kuruydu sadece. Her sezonu ‘bu son’ diye izleye izleye onuncu sezona gelmişim bile…

Neler satın aldım? Uzunca bir zamandır kitaplığıma yeni bebekler dahil etmediğimi fark ettim. Elimde okunacak epey şey vardı. Hepsini bitirmedim tabi, ama biraz Türk edebiyatını özlediğimi fark ettim. Hal böyle olunca, Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Yaşar Kemal’in uzun zamandır almayı beklediğim eserlerine yöneldim. Ortaokuldayken İnce Memed’i okumuştum, ama devamını bulamadığım için seriyi tamamlayamamıştım. Çok sevdiğim ve çok etkilendiğim bir kitaptı o yaşta, bu yüzden kütüphanemde yerini almalıydı. Aslında Yaşar Kemal’in tüm kitaplarını okumak istiyorum, o yüzden bu ayki tercih hakkımın hepsini Yaşar Kemal’den yana kullandım. Aldığım kitaplar ; İnce Memed (1-2-3-4), Dağın Öte Yüzü Serisi (Ortadirek / Yer Demir Gök Bakır / Ölmez Otu), Yılanı Öldürseler, Tek Kanatlı Bir Kuş ve Çakırcalı Efe. Hepsi Yapıkredi yayınlarından, ve hepsinin kapakları uyumlu. Şimdiden zihnimde yaratacakları kültür şöleni ve kütüphanemde yaratacakları görsel şölen için heyecanlıyım. Bu ay için yazmaya değer başka bir alışveriş yapmayacağım. Cilt bakımı üzerine devam ettiğim yazı serim ‘’Pançak Pançak’’ bu ay da boynu bükük anlayacağınız :D Ama kasım ayında devasa bir alışveriş yaptıktan sonra Şubat ayına kadar bir şeyler almayacağım demiştim, kendime verdiğim sözü tutuyorum :D İhtiyacım olan bir şey yok şu an için, ama denemek istediğim içerikler için indirim kovalamayı bırakmıyorum tabi ki. Çünkü her şey ama HERRRRRR ŞEY KASIM AYINA GÖRE 2 KAT DAHA PAHALI…………… Neyseee, başımızın çaresine bakacağız bacılar…

Edit : Yazıyı geçen haftanın başında yazmıştım, ancak Cuma günü devasa bir cilt bakımı alışverişi yaptım. Hem denemek istediğim bir markaydı, hem de merak ettiğim içerikler vardı. Ancak hepsini deneyip yorum yapmam uzun zaman alacak. Daha son yaptığım mini alışverişi yorumlayamamıştım. Neyse, detayları bir ara pançak pançak’ta sizlerle paylaşacağım bu kadar spoiler yeter :D

Evet, şimdi sıra izlediğim şeyleri mercek altına almaya geldi.

1) Joker Game // 2016 : İkinci Dünya Savaşı adım adım yaklaşırken, Japonya’da kurulan bir ajan ekibinin hikayesi anlatılıyor. Birbirlerinin değil gerçek adlarını, gerçek yaşlarını dahi bilmeyecek bir gizlilik ve hassasiyetle, zorlu koşullara tek başına göğüs gerebilecek dudak uçuklatan zorlu eğitimlerden geçirilerek yetiştirilen ajanlar dünyanın dört bir yanına göreve gönderiliyor. Bazı hikayeler biraz yüzeysel kaldıysa da, akıcı oluşu ve zekice kurgulandığı için izlemeye değer bir yapım. Tabi savaş filmlerinin atmosferini sevmiyorsanız size hitap etmeyecektir.

2) Taishou Otome Otogibanashi // 2021 : Minnoş bir Shoujo. Aşırı minnoşluk sevmem diyorsanız tavsiye etmiyorum, ama ben izlerken keyif aldım. Biraz tarihi bir yanı da var, muhtemelen 1900’lerin başında geçiyor. Zengin bir ailenin çocuğu olan Tamahiko Shima, bir kaza sonucu sağ kolunu kaybeder ve acımasız babası tarafından sürgün edilir. (Sanki onun suçuymuş gibi) Zaten acımasız ve soğuk bir aile ortamında büyüdüğünden ötürü özgüvensiz sorunları vardır ve hayata karşı olumsuz bir bakış açısına sahiptir. Karlı bir kış günü kapısını çalan tatlı, sabırlı ve hayat dolu bir genç kızla tanışana kadar. Fakir bir aileden gelen ve ailesinin borcuna karşılık Tamahiko ile evlenmek zorunda kalan bu kişi Yuzuki Tachibana’dır. Birlikte pek çok zorluk atlatan ve zamanla birbirlerini seven bu iki gencin hikayesini severek izlemiştim.

3) Kakuriyo no Yadomeshi // 2018 : BEN BU ANİMEYE AŞIK OLDUM AŞIIIK! Allahıııııım mükemmel bir hikayeydi ya. Annesi tarafından terk edilen ve dedesi tarafından büyütülen Tsubaki Aoki, insan olmayan varlıkları görebilmek gibi özel bir yeteneğe sahiptir. Bir gün yemek verdiği bir ‘’ayakashi’’nin yüzünden görünmeyen diyara geçiş yapar. Burada insan olmak çok tehlikelidir çünkü Ayakashiler insan yemektedir. Üstüne üstlük burada, dedesinin borcuna karşılık onunla evlenmesi gerektiğini söyleyen bir Tanrı, Tenshinya’nın efendisi Oodanna-sama vardır. Ancak dedesinin yetiştirme şeklinden dolayı ayakashilerle nasıl yaşayabileceğini bilen Aoki bu borcu çalışarak ödemek için ısrar eder, ve Tenshinya’nın kullanılmayan bir bölümünde restoran açar. Çok eğlenceliydi, ayrıca aşık olunacak karakter bolluğundan ötürü tam bir görsel şölendi, yani ne diyebilirim bilmiyorum shoujo seviyorsanız muhakkak izleyin.

4) Koi to Yobu ni wa Kimochi Warui // 2021 : İnsan aşık olacağı kişiyi seçemiyor derler ya, bu tam olarak öyle bir hikaye. Yakışıklı ama serseri, tam bir şerefsiz gönülçelen olan Amakusa Ryou, bir gün metro merdivenlerinden düşmek üzereyken bir lise öğrencisi tarafından ilginç bir şekilde kurtarılır. Üstelik kız ona bentosunu vermiştir. Akşam eve geldiğinde aynı kızı evinin salonunda görür, bu kişi kız kardeşinin sınıf arkadaşı ve aynı zamanda en yakın arkadaşı olan Ichika Arima’dır. Her zamanki flörtöz ve dalgacı tavrıyla kıza teşekkür etmenin yollarını ararken, Ichika’nın ters ve kırıcı sözleri onda ters bir etki yaratır ve kendinden 10 yaş küçük olan bu kıza aşık olur. Başta yaş farkından dolayı endişelerim olsa da çok güzel işlenmişti ve rahatsız edici hiçbir şey yoktu. İzlerken keyif aldım, shoujo severlere tavsiyemdir.

5) RuPaul’s Drag Race (2009-Günümüz) : TV şovu bağımlısı insanları hiçbir zaman anlamamışımdır, ve hiçbir TV Şovunu da 1 seferden fazla izlemem. Tabi işsiz olduğum zamanlarda izlemiş bulunduğum bir sezonluk Kısmetse Olur hariç :D Yalnız yemek yemek zorunda kalan her insan gibi ben de izleyecek bir şeyler arıyordum, ilginç buldum ve bir bölüm bakayım diye açtım. Şu an sezon 8’den bildiriyorum ki (bu yazıyı yazarken 10.sezondayım) girişi var çıkışı yok. Öncelikle Drag nedir, programdan öğrendiğim kısa bir anekdotla açıklayayım. Bu kelime ilk kez Shakespear tarafından ‘’Dressed as girl’’ olarak, tiyatroda kadın rollerini oynamak için kadın gibi giyinen erkekleri tanımlamak için kullanılmış. Çünkü kadınların tiyatroda oynaması yasak :D Şimdi ise abartılı giyimler ve makyajlarla, feminen tavırlar ve toplumsal kadın rollerini benimseyen erkekler tarafından ortaya konulan bir eğlence kültürü. Bizdeki ‘’Zenne’’lik gibi, biraz daha farklısı. Sanırım her kültürde buna benzer bir şey vardır. Yarışmacılar Amerika’nın bir sonraki Drag Queen’i olmak için yarışıyorlar. Ödüller de azımsanacak şeyler değil, zaten burada kazandıkları ün bile önlerini açmaya yeter. İlk sezonlarda 25.000 dolar olan ödül, yarışmanın bilinirliğinin ve takipçi kitlesinin artmasıyla 100.000 dolara kadar çıktı. Sponsor ödüllerinden ve yarışma bitiminde yapılan Amerika turundan bahsetmiyorum bile. Çok çeşitli dragler var, mesela bazıları sadece ünlü taklidi yapıyor. Bazıları güzellik yarışması gibi güzelliğine odaklı, bazıları da komedyenliğine. Bazı sezonlar o kadar güzel erkekler gördüm ki, bunlar benden daha kadın dedirttiler bana. Makyajsızken bile güzel olanlar vardı. Bazılarının vücutlarına bakıyorum, inanamıyorum yani. Topuklu ayakkabı giymede benden daha başarılılar. RuPaul’un diva tavırları, esprileri, podyum yürüyüşleri ve birbirinden güzel kıyafetleri, ikonik sözleri ve müzikleri ile baya baya bağlandım ben bu programa. Yarışmalar zaten çok eğlenceli; ya saçma sapan malzemelerle elbise tasarlanıyor, ya dizi-film kesiti yapılıyor. Sempatimi kazanan biri de çıkıyor, zaten kim gider kim kalır tahmini yaparken bir bakıyorsunuz sezon bitmiş.

İşte benim ocak ayım böyleydi sevgili okurlar, şubat ayı bülteninde görüşmek üzere!

Yorumlar

Bunları Okumuş Muydun?